Kur'an ve Sünnet
   
 
  Kader ve Adalet Hakkında Bazı Grupların Görüşleri
     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Kader ve Adalet Hakkında Bazı Grupların Görüşleri

 

Şayet "Günah işlemek, Allah'ın kaza ve kaderiyle olmaktadır. Öyleyse O'nun bunu gerçekleştirmesinin adalet yönü nerededir? Çünkü günahların akıbeti hakkında adaletli olma açık bir konu değildir" diye birisi bir görüş ortaya atsa; ona şöyle cevap verilir:

Bir defa bu soruda bir gerçek söz konusudur. Bundan dolayı bir grup, adaletin takdir edilmiş bir şey ve Allah'ın zatı hakkında da zulmün imkânsız olduğunu ortaya koymuş ve şöyle demişlerdir:

"Çünkü zulmetmek, başkasının mülkünde tasarruf etmek anlamını taşır. Hâlbuki her şey Allah'ın'dır. Dolayısıyla yaratılmışları hakkında O'nun tasarruf etmesi, ancak adalet olarak isimlendirilebilir."

Bir grup da şöyle demiştir:

"Bilakis adalet şudur: Allahu Teâlâ kaza ve takdir ettiklerine dair azap vermez. O'nun, işlenilen günahlara güzellikle karşılık vereceği bilindiğine göre, anlaşılıyor ki, bu kaza ve takdiri ile değildir. Böylece adalet; günaha azap ile karşılık vermesi ya da dünyada veya âhirette kınanması ile olur."

İşte bu grupların gerek adalet ve gerekse kader konularını bir çatı altında toplamaları kendilerine oldukça zor gelmiştir. Buna ek olarak, bunun kaderle olduğunu söyleyenler, adalet hakkında; adaletle olduğunu söyleyenler de kader hakkında konuşmanın mümkün olmadığını sanmışlardır. Tıpkı tevhid ile Allah'ın sıfatlarının ispatı konularını bir çatı altında toplamada zorlandıkları gibi. Tevhidin ispat edilmesinin ancak sıfatları inkâr etmekle mümkün olduğunu sanmışlardır. Bununla da anlaşılıyor ki; bunların tevhid anlayışları inkâr etmekle, adalet anlayışları da kaderi yalanlamakla ortaya çıkıyor.

Ehlisünnete gelirsek; onlar her iki konuyu da ispat etmişlerdir. Onlara göre "zulüm"; bir şeyi yerinden başka yere koymak demektir. İtaatkara veya günahsız bir kimseye azap etmek gibi...

İşte Kur'an-ı Kerim'de birçok yerde Allahu Teâlâ kendi nefsini zulümden tenzih etmiştir. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahu Teâlâ, şayet birisini dalalette bırakacak olsa ya da bir kişiye günah yazsa ve onu cehennem çukuruna atsa da kuşku yok ki bu da yine O'nun bundaki sonsuz adaletini ortaya koymaktadır. Çünkü O, dalaleti ve günahları tam yerli yerine koymuştur. Zaten nasıl olur ki, kendisi el-Esmaü'l-Hüsnası içerisinde yer alan adıyla "el-Adl" (adalet sahibi) olması, O'nun hem bütün fiillerinde ve hem de bütün hükümlerinde doğru ve hak üzere olduğunu ortaya koyar.

Yüce yaratan yolları apaçık belirtmiş, peygamberleri göndermiş, kitapları indirmiş, engelleri yok etmiş, gerek dinleme gerek görme ve gerekse akletme nimetleriyle hidayet ve itaat kapılarına ulaşmayı kolaylaştırmıştır. Bu da apaçık adaleti demektir.

İstediğini çokça yardıma ulaştırmış ve kendisinin yardımcı olacağını belirtmiştir ki bu da O'nun fazlı ve lütfü demektir. O'nun fazlına ve yardımına ehil olmayanları da rezil rüsvay etmiş, kendisiyle onun arasını ayırmış, bizzat kendisinin ona yardımcı olmayacağını söylemiş, fazlını ondan koparmış ve adaletine havale etmiştir. Bu da iki kısımdır:

1 - Rabbinden yüz çevirmesinden, düşmanlarına itaat edip onlara yardımcı olmasından, zikretmemesi ve şükretmemesinden dolayı kula vereceği ceza. Kuşkusuz bu kimse perişan olmayı hak etmiştir ve Rabbi de ondan yüz çevirmiştir.

2 - Dilediğine ilk olarak cezayı vermemesi. Çünkü bu kul hidayet nimetinin kadrini bilmediğinden, O'na şükredip, O'nu yüceltmediğinden, O'na sevgi beslemediğinden yani yeri uygun olmadığından dolayı hidâyeti ona dilememiştir.

Yüce Allah şöyle buyurur:

"Biz onlardan kimini kimi ile, "Allah aramızdan bunlara mı lütfunu layık gördü" desinler diye, işte böyle imtihan ettik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil midir?" (Enam, 53)

Bir âyet de şöyledir:

"Allah onlarda hayır görseydi onlara işittirirdi, işittirseydi yine de aldırmaz arka dönerlerdi." (Enfal, 23)

Öyleyse nefislere dalalet ve günahlar kaza edip hükmetmesi, O'nun bizzat adaletini ortaya koyar. Tıpkı yılanın, akrebin ve simsiyah köpeğin öldürülmeleri hakkında hükmettiği gibi. Bunları her ne kadar yaratmış olsa da bunlar hakkında hükmetmesi de yine O'nun adaletini göstergesidir. Bizler bu konuyla ilgili geniş açıklamalarda, kaza ve kader konularına ait büyükçe kitabımızdan aldığımız pasajlardan yararlandık.

Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu:

"Hükmün bende geçerlidir. Kazan, bende adaletlidir" hadisi iki fırkaya reddiye niteliğindedir:

Allah'ın kulları üzerinde hükmettiği kaza ve kaderinin hepsini inkâr eden ve kulların fiillerinin O'nun kaza ve kaderinden çıktıklarını iddia eden Kaderiyye fırkası, öbürü de "Her takdir edilen şey adalettir" diyen Cebriyye fırkasıdır.

Böylece onlara göre, Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurduğu "Kazan, bende adaletlidir." hadisinin hiçbir faydalı açıklaması bulunmamaktadır. Çünkü onlara göre; adalet, yapılması mümkün olan her şeydir. Zulüm ise zatı için mümkün değildir. Sanki şöyle demek istiyorlar:

"Hükmün bende geçerlidir ve benden çıkabilir."

Bu da ilk görüşün aynısıdır.

     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Allahu Teâlâ'nın İsimleriyle Tevessül Etmek

 

"Sana ait olan isimlerinle senden istiyorum..." sözüne gelince; burada kul, bildiği ve bilmediği Allah'ın bütün isimleriyle O'na tevessül etmiştir. Bunlarla yapılan tevessüller, Allah'a yapılan en güzel tevessülerdir. Çünkü isimlerine delalet eden sıfat ve fiilleriyle yapılan tevessüldür.

"Kur'an'ı kalbimin hayatı / baharı, gözlerimin nuru kılmanı istiyorum." sözüne gelince; hadiste geçen "er-Rebi" yeryüzüne can veren yağmur demektir. Kur'an'ın buna benzetilmesi de kalplere hayat verdiği içindir.

( Bahar yağmuru diye manalandırılan "er-Rebi" kelimesi, bitkileri canlandırıp yeşerten feyizli ve bereketli bir yağmurdur.)

Aynı zamanda Allahu Teâlâ, yağmuru da buna benzetmiştir. Suyla hayat olacağını, nurla da ışık ve aydınlığın sağlanacağını belirtmiş ve bunların ikisini de bazı âyetlerinde bir arada şöyle toplamıştır:

"Gökten bir su indirdi de vadiler, kendi miktarlarınca sel olup aktılar. Sel de suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir ziynet eşyası veya bir değerli mal yapmak için, ateşte üzerini körükledikleri madenlerden de onun gibi bir köpük meydana gelir. İşte Allah hak ile bâtılı böyle çarpıştırır. Fakat köpük atılır gider, insanlara faydası olan ise, yerde kalır. İşte Allah böyle misaller verir." (Rad, 17),

"Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler." (Bakara, 17),

"Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşekler bulunan bir yağmura tutulmuşun hâli gibidir. Yıldırımlarla ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkarcıları tamamen kuşatmıştır." (Bakara, 19),

"Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaçtır ki) yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir. Allah her şeyi bilir." (Nur, 35),

"Görmez misin ki Allah bulutları (dilediği yere) sürüklüyor; sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor. İşte görüyorsun ki, bunlar arasında yağmur çıkıyor. O, gökten, sanki oradaki dağlardan da dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; bu bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı nerdeyse gözleri alır!" (Nur, 43)

İşte böylece Kur'an'ın hayat verişi ile duaların da kalplere hayat verdiği, içleri nurlandırdığı ve böylece hayatın ve nurun bir arada toplandığı anlaşılmaktadır. Allahu Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

"Ölü iken hidayetle dirilttiğimiz, kendisine insanlar arasında yürüyecek bir nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp, ondan çıkamayan kimse gibi olur mu? Fakat kâfirlere, yaptıkları, böyle süslü gösterilir." (Enam, 22)

Buna göre; kişinin içi, kalbinden daha geniş kapsamlı olduğuna göre, kendisine hâsıl olan nur da ona göre kalbine doğru akar gider. Çünkü kendisinden daha geniş olana hâsıl olmuştur. Bedenin ve organların hepsinin hayatta olmaları kalbin hayatta olmasına bağlı olduğuna göre, hayat da ondan içe doğru akar gider. Sonra organlara taşınır. Hadiste, bunun asıl maddesi olan "er-Rebi" yi yani can vereni (duasında) istemiştir.

Hüzün, sıkıntı ve tasa...

Bunlar kalbine ve nuruna ters şeyler olduğundan bunların Kur'an ile yok olması için dua etmiştir. Çünkü bu hastalıklar, Kur'an ile yok olup bir daha geriye dönmezler.

Şayet Kur'andan başka şeylerle, mesela; sağlıkla, makamla, servetle, eşle, evlatla vb. ile yok olacak olursa, bunların gitmesiyle hastalıklar yine geriye dönecektir. Kalbe gelecek olan çirkin şeyler, şayet geçmişte olan şeylerle alakalıysa hüznünü ortaya çıkarır. Gelecek ile alakalıysa tasasını ortaya koyar. O anki durumuyla alakalıysa, bu sefer de üzüntüsünü meydana getirir



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol