Kur'an ve Sünnet
   
 
  Nefsin Kemal Olma Durumu
     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Nefsin Kemal Olma Durumu

 

Nefsin kemal bulması iki hususu içerir:

1. Nefiste derin bir şekil ve kendisi için gerekli bir sıfatın olması.

2. Nefsinde kemal sıfatının olması.

Şayet bunlar olmaz ise kemal olmaz. Nefsin kemali konusunda yürüyen kimsede bunlar bulunursa, nefsin kemalinde yürüyenin yarışmasına gerek kalmaz ve boşuna üzülmez.

Kişi ancak kendisini var edeni, mabudunu, ıslah edenini, nimet verenini ve hak ilâhını bilmesiyle nefsinin kemalini ortaya koyar. Onun için O'nu bilmekten ve O'nu istemekten, O'nun rızasına ve ikramına ulaşacak yolu izlemekten daha lezzetli bir şey olmaz! Kişi böyle bir vaziyette oldu mu, nefsinde gerekli derunî bir şekil oluşur ve kökleşir.

Bu ilimlerin, iradelerin ve amellerin dışındakiler ise, fayda vermeyen ve tamamlanmayan şeyler arasında bulunur. Sadece zararı, eksikliği ve acısı vardır. Özellikle kişinin nefsinde köklü ve derunî bir hâl almışsa, o takdirde nefsin kemali dışındaki söz konusu şeylerle, kendi ihtiyaçlarına göre azap ve elem görürler. Kendinden ayrı olan fazlalıklara gelince; elbiseler, binekler, meskenler, makamlar ve mallar gibi...

İşte bunlar gerçekte belli bir zamana dek kalacak ve sonra yok olacak şeylerdir. Sonra bunlara bağlı olan geri döner. Kalbin bunlara geri dönmesiyle, kişi de bunlara olan bağlılığı miktarınca bundan elem ve azap görür. Özellikle bu bağlılık son dereceye varmış ve kâmil olmuşsa...

Bunlara duçar olmuşsa, eksikliğin, acının ve hasretin en büyüğü o kimseye dokunmuş demektir.

Öyleyse; ey nefsini mutluluğa ve saadete ulaştırmak isteyen kimse!

İyi düşün. Nefsinin lezzet bulma noktası böyle şekillenmektedir. Kuşkusuz mahlukatın çoğu nefislerini, harap etme yolunda, acıya, hasrete ve eksikliğe sokarak geçirmektedirler. Oysaki saadete ve nimetlere girmesini isteyip durmaktadır!

Nefsin lezzet alması, şüphesiz bu marifet, sevgi ve sülük ile elde edilirken, bundan mahrum kaldığı ve bunu kaçırdığı kadar da elem ve hasret yaşar. Bu ne zaman yok olursa, sadece kendisiyle yediği, içtiği, evlendiği, kızdığı ve diğer lezzetlere duçar olduğu bedensel kuvveti geride kalmış olur. Tarafından kendisine bir şeref ve fazilet de gelmez. Bilakis eksiklik ve hakirlik gelir. Nitekim kendisi ancak hayvanların bu kuvvetine münasip düşmüş olur. Onların cinslerine benzemiş ve onlar cümlesinden sayılmış olur. Bizzat hayvanlardan olmuş olur. Bazen bazı hayvanlar kendisinden daha üstün olabilir. Ondan başkasının akıbeti hususunda selâmetle yaklaşabilmekte ve yine ondan başkasına zararın dokunmasına dair emniyet sağlayabilmektedir. İşte bu hâlde olursa hayvanlar seninle aynı seviyede olmuş olurlar. Senden üstün bile olabilirler. Öyleyse kendisinden başka kemal olmayan gerçek kemale göçmen ve aynı zamanda akıbetinin selâmeti için kararlılıkla hazırlanman lâzım.

Başarı Allah'tandır.

     
 
 

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

İlmin Kısımları

 

"İlim"; dışarıda malûm olan bir sureti nakledip, onu nefiste sabit etmektir.

"Amel" ise; ilmi nefisten bir surette nakledip, dışarıda sabit etmek demektir.

Şayet nefsinde sabit olan şey gerçekte de nefsine uygunsa, işte o zaman bu doğru bir ilim sayılır. Çoğu zaman kişinin nefsinde, varlığı belli olmayan bazı şeyler görünebilmekte, sabit olabilmekte ve nefsinde bunları sabit kılmış olan sahibi, bunları ilim zannetmiş olabilmektedir. Ancak bunlar sadece takdir edilmiş ve gerçekle alakalı olmayan şeylerdir. İşte çoğu insandaki ilim bu konuyla ilgilidir.

Dışarıda buna hakikaten uygun olana gelirsek, bu iki türdür:

Birisi; idrak etmesiyle ve bilmesiyle nefsin tekamülü.

Mesela; Allah'ı (c.c), isimlerini, sıfatlarını, fiillerini, kitaplarını, emir ve yasaklarını bilmek gibi.

İkincisi de; nefsin kendisiyle kemal elde edemediği türdür. Bu, bilinmemesi insana zarar vermeyen her ilmi kapsar. Bunu bilmek insana fayda vermez (faydasız ilimdir). Kuşkusuz Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) faydasız ilimden Allah'a sığınmıştır. (Müslim (2722) Zeyd b. Erkam hadisinden rivayet etmiştir.)

Nitekim bu, bilinmemesi insana zarar vermeyen doğru ilim türlerinin çoğunda olan bir husustur. Mesela, gezegenlerin derecelerini, inceliklerini, yıldızların miktarlarını ve âdetlerini bildiren astronomi ilmi ve dağların renklerini, sayılarını ve yüksekliklerini bildiren (coğrafya) ilmi gibi.

İlmin şerefi; malûmunun ve kendisine ihtiyaç duyulan şeyin şiddetine bağlıdır. Nitekim bu, Allah'ı bilmek ve bu ilme tâbi olmak değildir.

İlme gelirsek; onun afeti, Allah'ın (c.c.) razı olup istediği din konusundaki muradına uygunluğun bulunmamasıdır. İşte bu durum, bazen ilmin fesada uğramasıyla, bazen de iradenin fesada uğramasıyla olur. Şu var ki, ilmin fesada uğraması şöyle olur:

Mesela; kendisi yaptığı şeyin, Allah'ı (c.c.) sevindirecek meşru bir şey olduğuna inanır; ancak durum böyle değildir. Ya da meşru olmayan bir amelle Allah'a (c.c.) yakın olduğuna inanır. Meşru olduğunu bilmediği hâlde bu amelin Allah'a yakınlaştıracak bir amel olduğunu sanır.

Maksad yönünden fesada uğramasına gelirsek; bu da şöyledir:

Mesela; Allah'ın vechini ve âhiret gününü istememesi; bilakis dünyayı ve mahlukatı istemesidir. Kuşkusuz bu iki afet, gerek ilim ve gerekse amel bakımından selâmete götürmez. Selâmete götürmesi için ilim, marifet, Allah'ın vechi, âhiret yaşantısı, maksad ve irade konularında da Resûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiklerini bilmek gerekir. İşte ne zaman marifetten ve iradeden mahrum olursa, o zaman ilmi de ameli de fesada uğrar.

İman ve yakın ise, hem marifet ve hem de iradeyi yetiştirir. Her ikisi de imanı hem olgunlaştırır ve hem de güçlendirir.

İnsanların çoğunun imandan yüz çevirmeleri onların marifet ve irade sağlığından yüz çevirmelerinden kaynaklanıyor. Kuşkusuz iman ancak peygamberlik kandilinden gelen ilmi almakla ve hevadan ve mahlukattan iradeyi arındırmakla tamam olmaktadır. Böyle olunca, o kimsenin ameli de vahiy kandilinden ışığını alan amel gibi olur. Allahu Teâlâ'yı ve âhiret gününü de murad etmiş olur. Böyle bir kimse insanlar arasında ilmi ve ameli en doğru olan kişidir. Aynı zamanda bu kimse, Allah'ın (c.c.) emrine ulaştıran önderlerden olmuş olur ve Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti içerisinde, raşid halifelerden birisi gibi olmuş olur.

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol