Kur'an ve Sünnet
   
 
  Allah (c.c)'tan Başka Hiç Kimseyi Hüküm Sahibi Kabul Etmemek

Allah (c.c)'tan Başka Hiç Kimseyi Hüküm Sahibi Kabul Etmemek

Allah'ın Rasûlünün (s.a.v) Getirdiği Şeriata Sımsıkı Sarılmak

 

Hükmün sadece Allah (c.c)'a ait olduğuna, ibadetle itaatin sadece Allah (c.c)'a yapılacağına itikat etmeyen bir kimse asla inanmış biri olarak kabul edilemez.

Allah (c.c)'ın, Rasû Muhammed aracılığı ile göndermiş olduğu kitap olan Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine uymayan Allah (c.c)'a ve Rasûlüne itaat etmenin lüzumuna dair Resûlu ile gönderdiği hükümlere muhalefet eden kimse, Allah (c.c)'ın dini olan İslam'a kesinlikle tâbi olmuş, girmiş sayılmaz.

Yüce Allah buyuruyor:

"Sonra ey Rasulüm! Seni dinden bir şeriat ile görevli kıldık. Onun için o şeriata uy da ilmi olmayanların arzu ve heveslerine tabi olma. Çünkü onlar sana Allah'tan gelecek hiç bir şeyi engelleyemezler. Muhakkak ki zalimler birbirlerinin dostlarıdırlar. Fakat Allah, sadece kendisine itaat edenin dostudur" (Casiye: 45/18-19)              

Gene buyuruyor:

"Yoksa o kafirlerin bir takım ortakları var da, onun için mi Allah'ın izin vermediğini meşru hale getirdiler" (Şura: 42/21)

Bunlar, bazen Allah (c.c)'ın şeriatı üzerine tercih ettikleri ve hakikat yaftasını taktıkları bid'atlara uyarlar; bazen de Yüce Allah'ın müşriklerden haber verdiği gibi (ki yukarıda nakledildi) şeriat aleyhine kevnî kaderle delil getirmeye kalkarlar.(Yani varlıklar aleminden kader ölçüleri çıkarır ve yaptıklarını haklı gösterirler.)

Bir kısım bid'at ehli vardır ki bunlar bid'atçıların en ileri güruhudur ve bid'attaki dereceleri çok yüksektir.

Bunlar, dindeki meşhur farzları eda etmede ve meşhur haramlardan sakınmada nefsî hevalarına uygun olarak tercih ettiklerine sımsıkı yapışırlar.

(Yahut bunlar dindeki meşhur farzları veya açık haramları, nefislerinin şehvetlerine uyarak yapmayanlar,ve bu şirretliği Allah'ın kader hükmüne bağlayanlardır.)

(Bunlar Allah (c.c)'ın en meşhur emirlerini ve yasaklarını yerine getirmemekle kalmazlar, insanlara da kötü olarak onların da yapmamalarına sebebiyet verirler.)

Fakat bid'at ehli, tâbi olması birer ibadet olarak emredilen sebepleri terketmekle müslümanları sapıtırlar. Bunlar zannederler ki; arif olan kişi kadere şahit olduğu zaman sebepleri terkeder.

Bir örnek verelim:

Tevekkül, dua ve benzeri ibadetleri avam halkın hallerinden ve makamlarından sayıp, havasa ait olmadığını söylemeleri gibi...

Onlara göre; kaderi müşahede eden havas duaya ve tevekkül etmeye muhtaç değildir. Zira arif kişi bilir ki, evvelden çizilmiş belirli bir mukadderat mutlaka vuku bulur (gelir çatar insana). İşte bu telâkki ve inanç apaçık bir sapıklıktır.

Hiç şüphe yok ki, Allahu Teâla herşeyi sebepleri ile birlikte takdir etmiştir. Aynı şekilde saadet ve sekerâtı (mutsuzluğu) da sebepleri ile birlikte takdir etmiştir.

Rasûlü Ekrem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

"Hiç şüphe yok Yüce Allah cenneti için bir takım insanlar yaratmıştır. Cenneti de bu insanlar için yaratmıştır. Halbuki bu insanlar daha babalarının sulbünde idiler. Bu kimseler cennete layık olacak işleri yaparlar. Cehennem için de bir kısım insanlar yarattı. Cehennemi de bu insanlar için halketti. Halbuki bunlar da babalarının sulbünde idiler. Bu kimseler cehenneme girecek olanların işlerini yaparlar" (Müslim, Kader: 3; Ebu Davud, Sünnet.)

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere, cennete veya cehenneme girişe kendi yaptıklarımız, yahut da yapmadıklarımız sebep olmaktadır

Allah'ın Rasû(s.a.v.) ashabına (arkadaşlarına), Yüce Allah'ın kaderleri yazdığını söyleyince Sahabeler kendisine sordular:

"Böyle olduğuna göre, kadere rıza gösterip ameli, hareketi terk mi edeceğiz?"

Yüce Rasûl:

"Hayır! Çalışınız, hareket ediniz, iş yapınız. Her şey yaratıldığı şey için tesirli olur. Bir kimse saadet ehli ise, ona saadet ehlinin işlerini yapmak istidadı verilir. Bir kişi de cehennem ehli olmak isterse, ona kötülük yapma gücü verilir" (Buhari; Müslim; Kader: 3.)

Böylece belli oluyor ki, Cenab-ı Hakk'ın takdir ettiği sebeplere tevessül (müracaat) etmek birer ibadettir.

Yüce Allah tevekkül ile ibadet kavramını bir arada zikretmiştir ayeti kerimesinde:

"Allah'a tevekkülle itaat ve ibadet et!" (Hud: 11/123)

"De ki: "O Rahman benim Rabbimdir ve O'ndan başka ibadet edilecek ilah da yoktur. Ben ancak O'na tevekkül ettim ve tevbem yalnız O'nadır" (Ra'd: 13/30)

Bid'at ehlinden bazıları da, amellerin, ibadetlerin vacibini değil, müstehaplarını terkederler, Böylece elbette ki, faziletleri, üstünlükleri terkettikleri müstehapları oranında eksilir.

Bu gibi işlerle meşgul olmak çoğu zaman kişiyi meşhur eder ve mağrurluğa sokar.

Mesela, böyle kişilerin keşif ehli olduğu ve (muhalif) dualarının hemen kabul edildiği gibi iddialar ileri sürülür.

Bu gibi işlerle meşgul olanlar yapmakla mükellef oldukları ibadetten şükürden vesair dini vazifelerden uzaklaşırlar. Çünkü içine düştükleri gurur bunlara mani olur. Onlarda varolduğu kabul edilen ileriyi görme, olacakları evvelden bilme gibi harikulade hallerle oyalanırlar ve üzerelerine düşeni yapmazlar. (Bu mükâşefeyle harikulade işler ve haller seyri sülük ehline pek çok arız olur.)

Kul, ancak Allah'ın Rasulü'nün getirdiği şeriata sımsıkı sarılarak kendini böyle boş hayallerden kurtarabilir.

Zuhri'nin söylediği gibi:

"Önceki, ilk Müslümanlar şöyle söylerlerdi:

Kurtuluş ancak sünnete sımsıkı sarılındığı zaman mümkündür"

Bu söz İmam Malikin (r.a) şu sözü gibidir:

"Sünnet Nuh'un gemisi gibidir. Ona binen de kurtulmuştur. Eğer binemezsen (geri kalırsan) helak olursun"


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol