Kur'an ve Sünnet
   
 
  Sevgi Konusunda Hududu Aşanlar

Sevgi Konusunda Hududu Aşanlar

 

Seleften sonra gelenlerden bazıları, muhabbet konusunda o kadar ileri gitti, ki, inşirahlanıp ferahladılar. Hatta onu bir çeşit ahmaklık ve kulluğa zıd ve ancak Allah (c.c) için caiz olan bir çeşit rubûbiyet mertebesine çıkaran bir mesele haline getirdiler.

Bunlardan bazıları öylesine aşırı gidiyorlar ki enbiya ve resûllerin bile söylediğini aşan, bazı davalar ileri sürüyorlar. Yahut Allah (c.c)'tan öyle bir şey istiyorlar ki; o, ancak Allah (c.c) hakkında caiz ve mümkün olur. Enbiyalar ve rasûller hakkında bile caiz olmaz.

Bu bahis, bir çok şeyhin ayağının kayıp düştüğü bir bahistir:

Düşüşlerinin sebebi;

Rasûllerin beyan eylediği ve getirdiği emir ve yasakların tespit etmiş olduğu "ubudiyeti" (kulluğu) yeterince tahkik ve talim etmemiş olmalarıdır.

Belki de "ubudiyeti" (kulluğu) anlayacak kafa yapısına sahip bulunmamaları onları çukura düşürmüştü. Elbette ki akıl zayıf olunca, dini anlamak müşkül olur.

Neticede, sapık ve cahilane bir muhabbet vardır. Nefis, ahmaklığından dolayı bu muhabbetle ferahlık duyuyor. Nasıl ki bir insan, diğer bir insana olan muhabbetinde, cehalet ve hamakatı (ahmaklığı) ile birlikte ferahlar ve der ki:

"Ben onu seviyorum; kendisine karşı yapacağım her türlü kötülük ve kabalık sebebiyle muaheze edilemem ve sorumlu tutulamam! Sevgim beni temizler her türlü kirlilikten"

İşte bu düşünce, dalâletin zirvesidir. Böyle düşünen ve inanan kimse, dalaletin en derin gayyasında boğulmuştur. Çünkü bu söz Kur'an'da nakledilen Yahudi ve hıristiyanların sözlerine bezemektedir:

"Yahudiler ve hıristiyanlar: "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. Yüce Allah onlara şöyle cevap verdi: "Onlara de ki: O halde neden günahlarınızdan ötürü Allah size azab ediyor? Hayır, doğrusu siz O'nun yarattığı insansınız. Dilediğini bağışlar dilediğine azab eder" (Maide: 5/18)

Bu ayette Allah (c.c) onlara, günahları sebebiyle azab edeceğini, onların Allah (c.c) katında sevgili olmadıklarını ve oğul nisbeti ile (haşa) Allah (c.c)'a mensub bulunmadıklarını ortaya koyuyor. Kendilerinin de diğer insanlar gibi, yaratılmış, büyütülmüş ve tanzim edilmiş bir mahlûk olduklarını ispatlıyor.

Allah (c.c) bir kimseyi severse, onu sevdiği muhabbet duyduğu işlerde kullanır.

Allah (c.c)'ın sevgilisi, Allah'ın, küfür, fasıklık ve isyan gibi buğz ve gazab ettiği şeyleri yapmaz. Bir kimse büyük günahları işler, ona devam eder ve tevbe de etmezse; şüphesiz Allah (c.c) ona da onun yaptıklarına da buğz eder kızar ve cezalandırır. Nasıl ki, mü'min kulunu ve onun yaptığını sever ve razı olursa...

Zira Allahu Teâla, kulunu imanı ve takvası oranında sever.

Allah (c.c) kendisini seviyor diye, işlediği günahlara devam eden kimse ve hele bunun kendisine bir zarar vermeyeceğine inanan bir insan;

Zehir içtiği halde, bünyesi sağlam olduğu için bu zehri yeneceğine kendisine zarar vermeyeceğine inanan ve ve tedaviye de lüzum görmeyen ahmak kimse gibidir.

Eğer böyle ahmaklar;

Allah (c.c)'ın Rasûllerinin kıssalarında beyan buyurduklarını;

Onların devam eden tevbe ve istiğfarlarını,

İçinde onlar için halisleştirme ve temizleme bulunan uğradıkları çeşitli bela ve musibetleri,

(Kendilerine indirilen kitaplardaki emir ve yasaklara uymak için, ne büyük eziyetlere katlandıklarını, ne acı bela ve zorlukları karşılamak zorunda olduklarını) bilselerdi (düşünmüş olsalardı), elbette ki, böyle bir ahmaklığa düşmezlerdi.

Ki o Rasûllerin insanların Allah (c.c) katında çıkacakları en yüksek makamlara çıktıklarını, yücelikte ve Allah (c.c)'ın sevdiklerinde müstesna yeri olduklarını bilirler (işledikleri günahların kendilerine zarar vereceğini anlarlar) ve belki de doğru yola gelebilirlerdi (birazcık akılları olsaydı).

Bir kimse, bir mahlûku (başka kimseyi) gerçekten sevse bile, o sevdiğini umursamaz, irade etmez, sevilenin dediklerini yapmaz, onu memnun etmeye çalışmazsa bir de üstüne üstlük yaptığı işlerde de cahillik, kabalık, zulüm olursa (sevdiğine kaba muamele ederse); Bu durum, sevilen mahlûkun (sevilenin), kendisini sevene buğz ve nefret etmesine ve hatta ceza vermesine sebebiyet verir.

Dine bağlı olan bir çok kimse sırf cahillikleri ve idaresizlikleri sebebiyle, Allah (c.c)'a kulluğu sadece sevgide aradılar. Bunlar Allah (c.c)'ın hududlarına tecavüz ettikleri (yasaklarını) çiğnedikleri, Allah (c.c)'ın hukukunu zayi ettikleri (hakkını vermedikleri), batıl ve sapık iddialar ileri sürdükleri halde, sevginin kendilerini kurtaracağı (zannederek) sapıklığına düştüler. O kadar sapık şeyler söylediler ki, bu sözleri Allah (c.c)'ın affetmesi mümkün değildir. Mesela:

- "Benim hangi müridim ki bir kimseyi cehennemde bırakırsa ben ondan uzağım" diyen, meselâ:

- "Benim hangi müridim ki, mü'minlerden bir tanesini cehenneme bırakırsa ben ondan uzağım" gibi batıl sözler söyleyenler bile sevgiye sığınmak hatasına düştüler.

Hepsi Allah (c.c)'ın hududlarını çiğnemişlerdir.

Bunlardan birincisi, müridi, cehennemde bulunan herkesi oradan çıkarabilecek güçte görüyor.

İkincisi ise, müridini cehenneme girmesine mani olacak kudrette görüyor.

Burada ihtimal mürid kelimesi şeyh yerine kullanılmıştır: Yahut da şeyh, değil kendisinin, müridinin bile insanları cehennemden kurtarabileceğini ifade etmek istiyor.

(Müridini böyle bir güçte görmekten daha sapık görüş var mıdır insanlık aleminde. Mürid, yani talebe bile bu güçde olduktan sonra, siz varın hesap edin, şeyh hangi güçtedir).

Bazısı da şöyle söyler:

"Kıyamet günü cehennemin üzerine benim çadırım örtülür ve örtüyü aşıp da hiç kimse cehenneme gönderilemez"

Çok meşhur şeyhlerden bu ve buna benzer sapık sözler duyulmuş ve rivayet edilmiştir:

Bunlar ya o şeyhlere yapılar iftiralardır ya da bizzat kendilerinden sadır olmuş sapık sözlerdir.

Bu gibi sözler bazen insanoğlu sarhoş haldeyken ağızdan çıkar ve fena hallerinde sadır olur. Bu gibi hallerde insan temyiz gücünü, muhakeme yeteneğini kaybeder, ne söylediğini bilmeyecek kadar güçsüz kalır.

Sekr, yani sarhoşluk, temyiz olmaksızın (iyiyi kötüden ayırma gücünde olunmadığı zamanlarda) tadılan bir lezzettir. Bundan ötürü, bu sözleri sarfedenler, sekr halinden çıkıp ayıldıkları zaman, söylediklerinden pişmanlık duyup tevbe ve istiğfar etmişlerdir ekseri.

(Burada çok ciddi bir mesele çıkıyor ortaya. Madem ki sarhoşluk ve fenafillah anında cezbelenen kişi Allah (c.c)'a layık olduğu zamandan daha yakındır, öyleyse, sarhoşluk ve fena hallerinde Allah (c.c)'a isyan dolu sözler değil de, ayık oldukları zaman söylediklerinden daha doğru sözler söylemeleri lazım gelmez mi? Böyle olmadığına göre demek ki, bu hallerde Allah (c.c)'tan uzaklaşma vaki oluyor...)

Sevgiden, şevkden, levmden, (nefsi kötülemekten) melametten ve aşktan bahseden kasideleri dinlemeye meşreblerinde - tarikatlarında geniş yer veren bazı şeyhlerin asıl maksadı budur. Çünkü bu çeşit kasideler, neye karşı (neye ait söylenmiş) olursa olsun, dinleyen ve okuyan kişinin kalbindeki sevgiyi tahrik eder ve sevgi doğurur.

Yüce Allah ne kadar açık anlatıyor bu gerçeği:

"Allah sevgisini ve muhabbetini indirdi, onunla sevenleri imtihan ediyor"

Ve yine;

"De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz (ki), Allah da sizi sevsin.." (Âli İmran: 31) buyuruyor.

Demek ki, ancak Rasûlü'ne  tâbi olanları (uyanları) seviyor Yüce Allah.

Demek ki, Rasûlü'ne ittiba etmiş (uymuş) olanlar gerçekten sevmiş oluyorlar Allah (c.c)'ı başkaları değil...


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol