Kur'an ve Sünnet
   
 
  Dalâlet Ehli Kaderiyecilerin Sınıfları

Dalâlet Ehli Kaderiyecilerin Sınıfları

 

Sapıklar ise; Allah (c.c)'ın her şeyi yaratmasından ve terbiye etmesinden ibaret olan kevni hakikatları görüyor ve bunu dalâletteki mertebelerine göre, Allah (c.c)'ın dini ve şer'i emirlerine uymaya engel sayıyorlar.

Aşırı dalâlet (sapıklık) içinde olanlar ise, kevni hakikatları, dini hakikatlara uymaya engel saymayı, mutlak manada genel bir kaide olarak kabul ediyorlar. Şeriata uygun olmayan bütün işlerinin doğruluğuna da kader ölçüsünü delil olarak getiriyorlar.

Bütün bu sözler, yahudi ve hıristiyanların sözlerinden besbeter küfürdür ve şerlidir. (kötülük getiricidir).

Böyle sözler aynen müşriklerin sözlerine benzemektedir. Onlar şöyle demişlerdi:

"Allah dileseydi, ne biz ve ne de babalarımız Allah'a şirk koşamaz ve hiçbir helali haram sayamazdık" (En'am: 6/148)

Ve yine o müşrikler:

"Eğer Rahman isteseydi, biz onlara, yani putlara ilah nazarıyla bakamazdık" (Zuhruf: 43/20) demişlerdi.

Bunlar yeryüzünün, sözleriyle en çok çelişkiye (gerçeklere ters) düşen kimseleridir. Daha doğrusu, şeriata uymayan fiiline kaderi delil gösterirse, böyle bir kimse mutlaka tezada düşmüş olur. (Şeriata uymayan işlerine kaderi şahit getiren insandan daha şedid sapık yoktur yeryüzünde.)

Çünkü bütün insanların yaptıkları işin doğruluğunu ikrar etmek mümkün değildir. (insanların yaptığı herşeyin doğru olduğunu iddia etmekten daha korkunç bir hata olamaz. İnsanoğlu yapmış olduğu her işin doğru olduğunu kabul ederse, o zaman yaptıkları bütün zulümler de meşru duruma girer) Aksi halde; kendisine ve halka zulüm yapan bir zalim, yeryüzünde bozgunculuk yapan, halkın kanını döken, namusunu çiğneyen ve nesli helak eden, halkın takat getiremeyeceği çok ağır yükler yükleyen bir kimsenin bütün bu hareketlerini kadere yükleyerek bu zalimlere ceza vermemek lâzım gelirdi.

Bu zalimlere ceza vermek isteyen düşmanlarına da:

"Şayet kader bir hüküm ve hüccet ise, sana ve başkasına istediği herhangi bir şeyi yapan kimseyi bırak ve onu cezalandırma; çünkü bu senin ve başkalarının kaderi imiş; yok eğer, kader bir hüküm ve hüccet değilse, o zaman senin sözlerin ve iddiaların bâtıl olur ve yıkılır" denilmesi gerekir.

İşte, bu kevnî hakikatler (kader) ile hüccet (delil) getirenler bu iddiada bulunurlar, fakat onu iltizam etmezler. Yani, iddialarının icab ettirdiği neticelere razı olmazlar (Kendileri böyle sonuçları kaderden kabul edip boyun eğmezler). Bunlar sadece kendi arzu ve hevalarına uyuyorlar (Demek ki bunlar sadece kendi işlerine geldiği yerde heva ve heveslerine kullanmak için kaderi o şekilde mütalaa ediyorlar).

Bu insanlar hakkında bazı alimlerin şu tanımlamaları ne de uygundur:

"Sen itaat ederken kaderiye, isyan ederken cebriye oluyor; heva ve hevesine hangi mezheb uygun düşüyorsa (işine hangisi geliyorsa) sen onu kendine mezheb ediniyorsun."

 

Dalâlet erbabından bir grub da; kendilerinin hakikat ve marifet ehli olduklarını iddia ediyor ve yasakların haramların kendi nefsini fail görüp ona sıfatlar tanıyan kimselerle alakalı olduğunu zannediyor; fakat fiillerinin mahlûk olduğunu veya o fiile cebredildiğini ve -Allah (c.c)'ın diğer hareketleri meydana getirdiği gibi- kendisinin o fiilinin de bizzat Allah (c.c)'ın tasarrufunda olduğunu müşahede eden kimseden emir ve vaidin kalkacağını ileri sürüyorlar.

Bazen de külli iradeye şahit olanlardan emir ve vaadin kalkacağını ileri sürüyorlar. Hızır olayında, hızır külli iradeyi müşahede ettiği için ondan teklifin kalktığını zannediyorlar.

Bunlar bir de, sade bir insan, avam bir fertle, -kevnî hakikatleri müşahede edip Allah'ın, kullarının fiillerinin halikı (yaratıcısı), bütün kâinatın irade ve tedbir edicisi olduğuna şehadet eden - havasın arasını tefrik ediyorlar (birbirinden ayırıyorlar);

Bunu ilmen bilen ile şuhûden görenin (bizzat müşahede edenin) arasını tefrik ederek (birbirinden ayırarak),Bu mütalaa ile kevnî hakikata yalnız iman eden kimseden teklifi kaldırmıyorlar; fakat onu müşahede edib de kendi nefsi için asla mükellefiyet kabul etmeyen kimseden teklifi kaldırıyorlar.

Bunlar bu şekilde cebrî ve kaderin ispatını teklife engel saymıyorlar. Tevhid, tahkik ve marifet ehli olduklarını iddia eden bu taifelerin hepsinin ayakları kaydı ve beyin üstü düştüler.

Bunun sebebi ise, kulları üzerine takdir edilen şeye muhalif bir işle emrolunacağına dair sarfettikleri sözlerinin, mutezilenin ve kaderiyenin sözleri gibi eksik kısır ve yanlış olmasıdır. (Yani bu ayağı kayan kimseler; kul kendisine takdir edilen şeyin zıddı ile emrolunmaz diyerek veya zannederek delalete düşüyorlar.)

 

Sonra Mutezile şer'î emir ve yasakları, Allah (c.c)'ın umumi (genel) irade ve kulların fiillerini yaratmasından ibaret olan kaza ve kaderin dışında olarak kabul ediyor.

Bunlar ise kaza ve kaderi kabul ediyor ama, kadere bizzat şahit olan insanlar hakkında, emir ve yasakların olamayacağını iddia ediyorlar. Bunu böyle söylemelerinin, sebebi yani "avamı nas ve basit insan için; kaza ve kaderi ilmen bilen ve inanan için emir ve yasak vardır" demelerinin sebebi, yasak ve emirleri mutlak anlamda kullanmaktan çekinmeleridir.Çünkü emir ve yasakları mutlak surette inkâr etmeleri mümkün olmuyor.

Aslında bunların sözleri mutezilenin sözlerinden daha çirkindir. Bundan ötürü bunların içinde seleften büyüklerimizin hiç birini göremezsin. Çünkü bu (taife) sapıklar emir ve yasakları, kevni hakikatleri bizzat müşahede edemiyen bilgisiz avam için lüzumlu görmektedirler. Böylece bu hakikatları görenlerin üzerinden bütün kulluk yükümlülüklerini (emir ve yasakları) kaldırıyorlar:

"Artık bu kimse havâsdan oldu ve emir ve yasaklar kendinden düştü (hiç bir teklif bunlar için değildir) " diyorlar.

Bundan çirkin bir söz, Allah (c.c)'a yapılmış iftira olur mu?

Çok defa:

"Sana yakın (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et"

Mealindeki ayet-i kerimeyi tevil ediyor ve ayetteki "yakînin" kevnî hakikati bilmekten ibaret olduğunu iddia ediyorlar.

 

Bu kimselerin sözleri apaçık bir küfürdür. Her ne kadar birçok kimse bunun küfür olduğunu bilmeyerek taklid ile bu itikada düşüyorlarsa da, mazur değillerdir, çünkü gene küfür oluyor.

Zira hiçbir mazeret küfrü ortadan kaldırmaz.

Zira, aklı başında olduğu müddetçe, herkes ölünceye kadar emir ve yasaklara uymak mecburiyetindedir. (Elbette ki Şeytan, yahut Yahudi müstesna )

Bu (keyfiyet) kaide İslam dininin hiç değişmeyecek temel kaidelerindendir ve de bunu herkes bilmektedir.

Hiçbir kimseden emir ve yasaklar, ne kaderi müşahede etmekle ve ne de başka bir şeyle düşmez (kaldırılmaz, kaldırılamaz).

Herhangi Bir kimse bu esası (gerçeği) bilmezse, ona iyice anlatılır,ve bu kaide bütün açıklığıyla izah edilir; Buna rağmen hala eski (emir ve yasakların düşeceğine dair) itikadında ısrar eder,devam ederse, kendisi mürted kabul edilerek öldürülür.

 

Bir kısım insanlardan emir ve yasakların düşeceğine dair sözler, sonradan gelenlerin (müteahhirin) yazılarında pek çoktur.

İlk Müslümanların, yani sahabe ve onların arkasından gelen tabiin devrinde (tavrının içinde) yaşayan hiçbir kimsenin, böyle sapık sözler söylediğini hiç kimse ne duydu ve ne de gördü. Çünkü onlar (Allah ve Rasulünün dostları ise) böyle düşmanca sözler söylemezler. Onlar insanları Allah (c.c)'ın tayin ettiği doğru yoldan sapıtmaktan şiddetle kaçarlardı.

Çünkü bu sözler, Allah (c.c)'a ve Rasûlüne düşmanlık, Allah (c.c)'ın tayin ettiği yoldan sapıtmak, O'na karşı gelmek, peygamberini yalanlamak ve hükümlerine aykırı düşmektir. Bu sözleri söyleyen bir kimse, her ne kadar küfür olduğunu bilmese de üzerinde bulunduğu halin, peygamber ve hak ehli evliyaların yolu olduğunu zannetse de, netice yine değişmez...

Bu sözleri söyleyenler, kendisinde kalbi bir takım haller vehmederek namaza muhtaç olmadığını,namazın kendisine farz olmadığına itikad eden veya kendisinin havasdan olup zarar vermediği için ona şarabın helâl olduğuna itikat eden, veya kendisinin bir deniz, bir umman gibi olup onun için de her kirin ve pisliğin umman içinde kayboluşu gibi, bütün günahların kendisinden kaybolduğunu; onu kirletemediği için zinanın kendisine helâl olduğuna iman eden kimse mesabesinde (parelelinde) sayılır.

Hiç şüphe yok ki, Rasûlü ekremi tekzib eden (yalanlayan) böylesi müşrikler, Allah (c.c)'ın şeriatına aykırı uydurdukları bid'atlara ve Allah (c.c)'ın emirlerine muhalif işler üzerine kader ile delil getirme çabasındadırlar.

Bahsi geçen bu taifeler tıpa tıp müşriklerin benzeridirler. Zira, onlar ya bid'at uyduruyor, ya kaderle delil ve hüccet getiriyor veya bu iki hususu birleştiriyorlar. (günahları, yasakları, emirleri, hülasa insan için taşıması gerekli görevleri kader ve kaza gibi iki önemli hususu delil göstererek, ortadan kaldırıyor,Yani bir bakıma iki hususu birleştiriyorlar.)

(Bid'at ehlini ve küfrü ikiz kardeş yapıyorlar.)

Yüce Allah bu müşriklerin hallerini mealen şöyle açıklıyor:

"O iman etmeyenler bir hayasızlık yaptıkları zaman: "Biz atalarımızı da bunu yaparken bulduk, Allah bize de bunları yapmamızı emretti" dediler. Onlara söyle:

"Allah hiçbir zaman kötülük emretmez, bilmediğiniz şeyleri işinize geldiği için Allah'ın üzerine mi atmak istiyorsunuz?" (A'raf: 7/28)

Bir başka Kur'an ayetinde de mealen şöyle buyrulmaktadır:

"Allah'a eş ve ortak koşanlar diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de atalarımız Allah'a ortak koşamazdık. Kendi kendimize hiçbir şeyi haram kılamazdık" (En'am: 6/148)

Yüce Allah, helali haram sayma, Allah (c.c)'ın şeriatında olmayan, hatta ona aykırı ibadetleri yapma gibi sapıklıklar, müşriklerin din adına uydurdukları bid'atlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Onlar batıl zanlarıyla dediler ki: "Bu davarlarla ekinler haramdır; onları bizim izin verdiklerimizden başkası yiyemez. Şu hayvanların sırtına binmek de haram edilmiştir. Bir takım davarlar da vardır ki, üzerlerine Allah'ın ismini anmazlar. Onlar Allah'a karşı iftira ederek uydurdular. Allah onları yapagelmekte oldukları iftiraları yüzünden cezalandıracaktır" (En'am: 6/138)

Bu hususta Yüce Allah'ın bir başka ifadesi:

"O iman etmeyenler bir hayasızlık yaptıkları zaman "biz babamızı da bu hal içinde bulduk. Allah da bize bunu böyle emretti" dediler. Onlara söyle: "Allah hiçbir zaman kötülük emretmez. Bilemediğiniz şeyleri işinize geldiği için Allah'ın üzerine mi yıkmaya çalışıyorsunuz?" De ki: "Rabbim adaleti emretti, her secdeye yönünüzü kıbleye döndürün" De ki: "Allah'ın kulları için yarattığı zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Rabbim ancak hayasızlıkları, onların açığını gizlisini, bununla birlikte her türlü günahı, haksız isyanı, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, bilmediğiniz şeyleri Allah'a isnat etmenizi haram kılmıştır" (A'raf: 7/26-32)

Bunlar kaderden olan bazı tecellilere, şahit oldukları bazı şeylere hakikat dedikleri gibi, bazen kendi uydurdukları bid'atlara da hakikat nazarıyla bakmaktadırlar. Bunlara göre, hakikatin yolu (gerçeğe giden yol), riyazet, halktan ayrılmak, az yemek yemek ve şeriatın sahibinin yasaklarıyla kayıtlı olmayan, bağdaşmayan, fakat Allah (c.c)'tan gafil kalbin de gördüğü zevk ve vecd ile mukayyed (kayıtlı) olan sülukdur. Bunlar her zaman kaderle hüccet göstermezler (delil getirmezler).

Daha doğru bir deyimle, dayanakları rey ve hevalarına uymak, arzu ve heveslerine uygun gördüklerini hakikat saymaktır. Allah (c.c)'ın ve Rasûlünün (s.a.v) emirlerine değil, kendi heva ve heveslerine uyulmasını isterler.

Bu kelâmcılardan Cehmiyye fırkası ve diğer fırkaların bid'atlarına benzer ki, bunlar kitab ve sünnete aykırı bid'at olarak uydurdukları bir kısım sözlerini, dînî hükümlerin delâlet ettiği esaslar değil, uyulması vacib olan aklî hakikatler olarak saymaktadırlar.

Sonra kitap ve sünnetteki hükümleri, ya te'vil veya tahrif ederek maksadından uzaklaştırıyorlar;

Ya da onlardan büsbütün yüz çeviriyorlar. Onlar düşünerek anlayamadıkları ve zıddına itikad ettikleri halde; "bu ayet ve hadisin manasını Allah (c.c)'a havale ederiz" derler.

Nasıl ki bu Cehmiyye fırkasının; Kur'an'a ve hadise muhalif aklî hakikat dedikleri fikirlerin mahiyeti incelendiği zaman, bu fikirlerin birer cehalet ve batıl inanç unsuru olduğu görülürse;

Sûfilerin de aynen, Allah (c.c)'ın evliyalarına ait hakikatlar olduğunu zannettikleri Kur'an'a ve sünnete muhalif fikirler de incelendiği zaman; bunların Allah (c.c)'ın evliyalarının değil de, düşmanlarının tâbi olduğu birer heva ve hevesten ibaret olduğu açıkça anlaşılır.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol