Kur'an ve Sünnet
   
 
  Veliler Ancak Vahye Uyar

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Veliler Ancak Vahye Uyar

 

Velilere gelince, onlardan hangisi olursa olsun, peygamberden kendilerine bir haber ulaştığında, ona uymazlarsa, Allah'ın velisi olamazlar. Kendisine, doğru ve hak olan din, sadece Hz. Muhammed aracılığı ile gönderilen dindir. Diğer peygamberler döneminde de durum aynı böyleydi.

Bunun aksini düşünmek yani, Hz. Muhammed'in risaleti kendisine ulaşmadığı halde, kendisini veli zannetmek, onun önderliğini kabul etmeden Allah'a dost olacağını sanmak, gaflet değil, küfür veya ilhaddır.

“Ben ancak zahiri ilimlerde Hz. Muhammed'e muhtacım, fakat, batın ilminde ona muhtaç değilim!”

Yahut;

“Sadece şeriat ilminde ona muhtacım, fakat hakikat ilminde ona muhtaç olamam!” diyen bir kimsenin durumu;

 “Hz. Muhammed sadece ümmi cahillere gönderilmiş bir peygamberdir, bizim gibi ehl-i kitaba gönderilmiş değildir” diyen, Yahudi ve Hıristiyanların durumuna benzer ve hatta onlarınkinden daha kötü bir haldir.

Bu iki topluluk, bazı şeylere inanıp, bazılarına inanmadıkları için kafir olmuşlardır.

“Muhammed, zahiri bir ilimle gönderilmiştir, batini ilimle gönderilmemiştir” diyenler de, bazı şeylere inanıp, bazı şeylere inanmayan ve bu sebeple de kafir sayılan topluluklara benzerler. Elbette ki, onlardan daha şedid bir kafir sayılırlar.

Zira, kalbi imanın, iç terbiyenin ve halin ilmi olan batın ilmi, bütün ilimlerin sırrını bilmek manasına da gelmektedir. Demek ki, batın ilmini bilen, aynı zamanda zahir ilmi olan şeriatı da bilecektir. Elbette ki, batın ilmine vukufu olan bir kimse, sadece zahiri emellere dair bilgi taşıyandan derece bakımından daha üstündür.

Bir kimse; “Hz. Muhammed ancak İslamın zahiri ilimlerini insanlara tebliğ ve talim ettirmiştir, imanın hakikatlarını ise ettirmemiştir; çünkü bu batini gerçekler Kur'an ve sünnetle elde edilemez” diyecek olursa:

Böyle bir kişi, peygamberin getirdiklerinin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmadığını ilan etmiş olur ki, böyle bir kişi “bazı şeylere inanırım, bazılarına inanmam” diyen sapığın halinden daha beter bir durumdadır. Böyle imansızlar, velayetin nubuvvetten üstün olduğunu iddia ederler ve bu konuda insanların zihnini karıştırırlar. Bunlar derler ki:

“Biz velayet makamından peygamberlerle eşit noktadayız ve bu hal onların risaletinden daha üstündür.”

Böyle bir inanış, sapıklığın en ileri derecesidir.

Çünkü, Allah Resulü Hz. Muhammed'in velayeti öyle bir mertebededir ki, ne İbrahim, ne Musa, ne de başka hiçbir kimse, ona benzer bir mertebeye asla ulaşmış değildir. Nerede kaldı ki, yukarıdaki sapıklığı ileri süren imansızlar, onunla aynı velayet derecesine sahip olsunlar!

Allah'ın Resulü, hem nebi, hem de velidir. Onun risaleti, nubuvetini, nubuveti de velayetini içine alır.

Velayeti olmayan bir risalet, yani ilahi haber olmaz. İlahi haber geldiği halde, Allah'ın Resulünün veli olmaması mümkün değildir. O hiçbir zaman velayetten uzak tutulmuştur denilemez. Onda öyle bir velayet vardır ki, hiç bir kimsenin velayeti onun velayetiyle mukayese bile kabul etmez. O kadar ileri derecede bir velayettir onunki...

Bu sapıklar, İbni Arabi'nin iddia ettiği gibi “veliler kendi ilimlerini, Resule gelen meleğin aldığı kaynaktan alırlar” itikadındadırlar. Anlaşılıyor ki, bunlar, felsefecilerin yanlış kanaatlarını alıp, mükaşefe şekline dönüştürüyorlar. Şöyle ki:

Felsefeciler, varlıkların, feleklerin, ezeli ve ebedi olduğunu iddia ederler. Bunların bir illeti ve o illetle aralarında benzeşme olduğunu söylerler. Aristo ve ona tabi olanlar bu fikirdedir. Bir başka türlü de söylenmektedir bu manadaki sözler.

Mesela, varlığın vücudu kendi içindedir, zatındadır, iddiası gibi. İbni Sina ve takibçileri de bu fikirdedirler. Varlıkların, yahut da feleklerin, gökleri ve yeri, aralarında bulunan her şeyi yaratan, eşyayı kendi kudretiyle dilediği gibi halkeden kudretin Rab olduğunu bir türlü söyleyemezler, söylemezler. Onlara göre, Allah bu varlığı kendi irade ve isteği ile yaratmamıştır. Cüzleri ve teferruatı da bilmez yaratan Rab...

Böyle bir iddia elbette ki, yaratıcı olan Allah'ın sonsuz ilmini inkar etmektir. Aristo böyle düşünmektedir. Bunlara göre, Allah, değişime uğrayan şeylerin ancak külli yanını, genel yapısını bilir. İbni Sina bu itikaddadır. Böylece fasit bir inkar çerçevesi içinde dolanıp dururlar bunlar.

Bu iddiaların asıl mahiyeti, apaçık anlaşılacağı üzere, Allah'ın eşyayı ayrı ayrı bilmediğini ileri sürmektir. Çünkü, külliyattan, genel yapıdan başka bir şeyi bilmeyen bir ilah, mevcut varlıktan hiçbir müşahhas yaratığı bilmiyor demektir. Genel yapıyı bilmek, sadece bir mücerret tanımadır. Sadece zihinlerde bir küçük yeri bulunur. Zihin haricinde, mevcut değildir.

Bununla ilgili delil ve görüşlerimiz “Akılla nakil birbiriyle çatışır iddiasını reddetmek” adlı kitabımızda yeteri kadar gösterilmiştir. Merak edenler oraya müracaat edebilirler.

Demek ki, bunların küfrü, Yahudi ve Hıristiyanların küfründen daha ileri bir küfürdür. Hatta, Arab putperestlerin küfründen de daha beteridir. Çünkü bunlara göre, Allah gökleri ve yeri yaratmış, yaratığı kendi dilemesi ve kudretiyle halketmiştir...

Halbuki ise, Aristo ve diğer Yunan filozofları, yıldızlara ve putlara taparlar, peygamberleri ve melekleri bilmezlerdi. Aristo'nun bunları bildiğine dair kayıt yoktur. Bilgileri, salt ve yalın bir biçimde, tabiat olaylarına ve görüntülerine dayalıdır. Onun için, ilah konusunda ileri sürdükleri fikirlerin hemen hemen hepsi de yanlıştır.

Yahudi ve Hıristiyanlar ise, kitaplarını yürürlükten kaldırıp değiştirdikten sonra da, astronomi ilimlerini onlardan çok daha iyi bilirlerdi.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol