Kur'an ve Sünnet
   
 
  GAYEMİZ İNSANLARI DEĞİL ALLAH’I RAZI ETMEKTİR

GAYEMİZ  İNSANLARI  DEĞİL  ALLAH’I  RAZI  ETMEKTİR


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ


     Değerli kardeşlerim ! bu sohbetimizde izahını yapmaya çalışacağımız konu, Emri bil mağruf ve Nehyi anil münker müessesesi ile alakalı bir iki hususun şer'i çizgide anlaşılması üzerinde olacaktır.

    

  Bunlardan birincisi   ve  en   önemlisi : Kulun gayesi  insanları  değil, Allah'ı  razı etmek olmalıdır. "

 

   İkincisi ise : Taviz ile, yumuşaklılığın birbirinden ayırt edilmesi hususudur".

     Üzerinde duracağımız bu iki nokta gerçekten hassas noktalar olması hasebiyle siz değerli kardeşlerimden sohbet esnasında  - mevzunun güzel anlaşılması için - zihinlerini canlı ve zinde tutmalarını istirham ediyorum.

   Zira yapılan sohbetlerin düzgün anlaşılamaması veya yanlış anlaşıl-ması ve yanlış kavranılması, o sohbetin başka birilerine aktarılmasında da aynı problemi doğuracaktır.

   Sohbetime başlamadan önce, Rabbimden özellikle kendim için konuyu güzel ifade edebilme kudret ve kuvveti, sizler için de güzel bir anlayış, hüsnü zan ve hüsnü fehm talebediyorum..

GAYE  İNSANLARI  DEĞİL  ALLAH’I  RAZI  ETMEKTİR

     Değerli kardeşlerim !  ilk olarak üzerinde durmaya çalışacağımız nokta, “ Kulun gayesinin insanları değil Allah’ı razı etmek olmalıdır “ noktasıdır.

   Bilindiği gibi Emri  bil  mağruf  ve  nehyi  anil  münker müessesesi, İslam’ın en  önemli  müesseselerinden  birisidir.  Biz  bu  güzel vasıta ile yaratılışımızın gayesini, O,na nasıl ibadet edeceğimizi ve İslamın ahlaki değerlerini öğrendik…. Dolayısıyla aynı şekilde  birçok  insan da, bu müessesenin kullanılmasıyla  yaratılışlarının gayesini, Allah’a nasıl ibadet edeceklerini ve islamın ahlaki değerlerini öğreneceklerdir.

                                          
   Öyleyse dinini dert edinen bir müslümanın, islamın bu önemli mües-sesesini kullanarak bu alandaki sorumluluğunu yerine getirmesi gerekir…

 

    Çünkü İslam, her mükellefi malumatı  nisbetinde bu müesseseden hesaba çekecektir.Yani, bilen bildiği ölçüde mağrufu emretme ve mün-kerden de nehyetme mecburiyetindedir.  

   

    Ve bu görevi yerine getirirken de, razı  etmeye  gayret göstereceği merci, Allah c.c olmalıdır,  insanlar  değil…..  Yani,  hakkı  anlatmada, aktarmada ve onu bir başkasına ulaştırmada, her zaman  halkın değil, hakkın rızasını ön planda tutmalıdır.

 

   Şuurlu ve basiretli bir Müslüman, insanlar  hor  görecekler  diye, çevre-sindekiler kınayıp kızacaklar diye veya  sevdikleri onu dışlayacaklar ve kendilerinden soyutlayacaklar diye, hiç bir zaman ne görmüş olduğu bir münkerin nehyedilmesinden  ve  ne de anlatılması gereken bir mağrufun tebliğinden  asla geri durmaması gerekir….

 

KINAMA  VE  TEHDİTLERE  ALDIRMAMALARI

 

    Cahaletin katmerleştiği şu ortamda eğer bir Müslüman bu görevi o cılız omuzlarında hissediyorsa ki, öyle olmalıdır….. Öyleyse bu alanda elbette ki cahillerin kınamalarına ve tehditlerine hedef olacaktır.    

 

   Ama her şeye rağmen basiretli bir Müslüman, kınayıcıların kınama-larına, korkutucuların tehditlerine aldırış etmeden hakkı anlatıp yoluna devam eden bir kimse olmalıdır…. Çünkü ona Rabbisi kerim Kitabında ve peygamberi s.a.v de Sünnet’i seniyesinde şu mesajları vermektedir :

 

 

....   وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

 

{ …….. – Onlar – Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş ve alim olandır. }

                                                                                                                MAİDE : 54.AY.

 

{ … Ebu Said el-Hudri r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Dikkat edin ! sakın insanların korkusu, sizden birinizin gördüğü veya şahid olduğu hakkı anlatmasına mani olmasın. Çünkü hakkı söylemek veya önemli bir şeyi hatırlatmak ne kişinin rızkına mani olur ve ne de ecelini yaklaştırır.}

                                                                                                  AHMED : 3 / 19. 10759.N

                                                                                                           İBNİ KESİR  : 5.C.2386.S

 

{ ….. Ebu Zerr r.a dan. O şöyle dedi : Benim dostum Allah resulü s.a.v bana yedi şeyi emretti : - Bunlardan ikisi şudur - “ ……………….  Acı da olsa hakkı söylememi ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmememi ……..” }                                                                            

                                                                                                  İBNİ KESİR  : 5.C.2386.S                                                                                                                                                     

{ ….. Ebu Said el-Hudri r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Allah için sizden biriniz bir şeyi görüp de kendi nefsini hakir ve hor kılarak söylenmesi gereken bir sözü söylememezlik etmesin. Çünkü ona  kıyamet  gününde  şöyle ve şöyle demekten seni alıkoyan neydi ? denilir. O kimse, “ insanların korkusudur “ deyince Allah’u Teala ; Ben onlardan korkmana daha çok layık değilmiydim, der.}

                                                                                                                  

                                                                                                           İBNİ KESİR  : 5.C.2386.S


    İşte bu ve emsali deliller, basiretli bir müslümanın hiçbir şeyden yılmadan yoluna devam ederek kendisini razı edeceği mercinin sadece ve sadece Allah olduğunu anlatmaktadır….

 

    Değerli kardeşlerim ! hakkın anlatılması ve çirkinliklerin ortadan kaldırılması hususundaki  bu göreve, basiretli ve ferasetli bir muvahhid gözüyle bakılmalıdır.

 

    Anlatılacak küçük bir mağruf'un ileride büyüyeceği veya mani olunması gereken küçük bir münkerin de ileride büyüyeceği göz önünde bulundurulur ise, basiretli bir Müslümanın bu gibi şeyleri ihmale alma-ması gerekir…

 

    Ve yine basiretli bir müslüman, tıpkı bir bahçivan gözüyle bu olaya bakarak, anlatacağı bir mağrufun o an küçük bir tohum, ardından filiz-lenerek büyüyebilecek bir fidan ve onun ardından da nevşu nema bularak binlerce meyvesiyle insanlara menfaatinin olacağı kocaman bir ağaç  durumuna geleceğini asla unutmaması lazım……

 

   Diğer taraftan mani olmadığı bir münker o  an  küçük bir tohum olabilir. Fakat onun ileride filizlenerek büyüyüp fidan olacağını, daha sonra da binlerce zehirli meyvesi ile etrafına zarar saçan kocaman bir zakkum   ağacı olacağını da unutmaz, bu bahçıvan.

  

   Yani, ma’rufta olsun münkerde olsun hiçbir şeye küçüktür nazariyesi ile bakmaz basiretli bir Müslüman.

 

   Unutmayalım ki, zamanımızda ki  şu  korkunç  ve çirkin manzaranın arzı endam edişi  birden  vuku  bulmamıştır…. Nasıl ki  İslam  bütün berraklığı ile küçük  denmeden  büyük  denmeden  anlatıla  anlatıla  nevşu  nema  buldu ve yaşandı ise, aynen  de bu çirkin manzaranın yatırımı yavaş yavaş yapılmıştır….

 

    İblis  denen o mel’un ve onun avaneleri küçük demediler büyük deme-diler, az demediler çok demediler ve o zehirli tohumlarını ekmekten geri durmadılar…… Çünkü onlar çok iyi biliyordular ki attıkları o zehirli tohumlar çok geçmeden ilerde filizlenip kocaman zakkum ağaçları olacaktır…

    Öyleyse  ey  ben de Müslümanım diyenler ! …. Ey ben de iman ettim diyenler ! …. ve özellikle de ben de muvahhidim diyenler ! … 

 

   Unutmayınız  ki  bu ileriyi  düşünme ve  ileri  görüşlülük,  iblis ve avanelerinden çok, sizlerin …. iman edenlerin …. muvahhidlerin  düşüneceği bir şey olmalıdır. O ve avaneleri, attıkları her tohumun ileride büyüyüp karşılığını  kat kat vereceğini hesap edip yatırımlarını yaparken,  sen  nasıl  olurda şu çirkin ortamda yan gelip yatarsın … Sen nasıl olurda  caddeleri ve sokaklarıyla cinsel manzaraların arzı endam ettiği şu günde bananeci bir tavırla hareket edersin….. Sen nasıl olurda bildiğin   halde münkerlere set çekip ileriye yönelik bir yatırım yapmazsın ..... Sen nasıl olurda anlatacağın bir  mağrufu,  insanların  kırılıp  senden  yüz çevireceklerini düşünerek terk edersin ki ? ... Ve yine sen  nasıl  olurda görmüş olduğun bir münkere, insanlar bana kızar, beni dışlar, bana söver veya beni döver diye kaygılanıp mani olmazsın ki ?.....

 

   Senin için takdir olmayan bir şeyin başına geleceğinden mi korkuyor-sun … ? …. Veya Allah’ın sana takdir ettiği bir şeyin gelmemesi için mi çırpınıyorsun ? …. Yoksa ecelenin yaklaşacağından ve rızkının darala-cağından mı korkuyorsun ? …

 

   Eğer böyle bir korkun var sa, sen daveti ve tebliği bırakta kendinde var olan bu itkadi problemini halletmeye çalış…. Bak seni yaratan Rabbin ve O’nun biricik resulü ne buyuruyorlar :

 

“ Gerek yerde ve gerek kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet ve bela yoktur ki, biz onu yaratmazdan önce, o, bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah’a  çok kolaydır.”

                                                                           HADİD : 22 

 

“… Câbir bin Abdullah R.A’dan : Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bir kul, hayrı ve şerri ile Kadere iman etmedikçe ; kendisine isabet etmesi gereken bir şeyin ondan şaşmasına ve kendisine isabet etmeyecek bir şeyin de ona isabet etmesine imkan olmadığına inanmadıkça iman etmiş olmaz.”

                                                                         TİRMİZİ. 4.2231.N

 

“… İbni Abbas r.a’dan ; dedi ki : Bir gün Resulullah s.a.v’in arkasında idim. Bana  :

 

- Ey Delikanlı ! bak sana birkaç kelime öğreteceğim iyi dinle ; Bilmiş ol ki bütün ümmet herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta sana yararlı olabilirler. Aynı zaman da sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, yine ancak Allah’ın senin aleyhinde takdir ettiği bir hususta sana zarar verebilirler. Artık kalemler kalkmış, sayfalar kurumuştur.”

                                                                         TİRMİZİ : 4.2635.N

 

“ ... Sizden biriniz hakkı gördüğü ve şahit olduğunda ; insanların korkusu ,onun hakkı söylemesine asla engel olmasın. Çünkü onun hakkı söylemesi veya hatırlatması ne ecelini yaklaştırır ve ne de rızkını uzaklaştırır…… “                                                      

TERĞİB VE TERHİB : 4.C.516.S

 

     Evet ey inanan ! gördüğün gibi bu korkuların işe yaramaz. Yani korku-nun ecele faydası yoktur. Eğer sana bir şey takdir edilmişse o, şaşmadan ve sapmadan gelip seni bulacaktır… Ve yine sana bir şey takdir edilmemiş  ise o da gelip seni bulmayacaktır….. Öyleyse korkma görevini yerine getir ve yoluna devam et….

 

   Unutmaki şu hale gelişimizde ve bu münkerlerin yaygınlaşıp yerleş-mesinde geçmişteki bananeci ve sorumsuzca hareket eden fertlerin bir suçu ve bir vebali vardır…… Bunlar, onların çirkin mirasıdır.

 

   Öyleyse yine unutmaki ; mani olmadığımız şu çirkin münkerlerin şu an sorumlusu olduğumuz gibi,  ileride büyüyüp yaygınlaşacak olanların da sorumlusuyuzdur… Neden ?

 

   Çünkü  görülen bir münkerin ortadan kaldırılması için bir  mücadele verilmez ise, ona  mani olunmaya çalışılmaz ise, zamanımızda yaşandığı  gibi, ileride de bunlar yaşanacaktır… Ve bunların sebebi de biz olacağızdır.

 

   Evet ey Müslüman ! Unutma ki , Allah'tan  başkalarının  rızası  göze-tilerek  yapılan  bütün  işler  hebaen mensura olacağı gibi, karşılığında  da büyük  bir azap vardır…… Ve yine unutmaki ; anlatılması gereken  bir  mağrufun terkinde  olsun,  veya nehyedilmesi gereken bir münkerin terkinde olsun, eğer  yine bir  başkasının  rızası  veya kızgınlığı gözetilir ise, o insanın havale edileceği merci, rızasını veya gadabını düşündüğü o şeye olacaktır.

 

   Bakınız Allah Rasulü s.a.v ne buyuruyor:


” Her  kim  insanların gücenmelerine -  yani kızmalarına - mukabil  Allah'ı  razı  etmeye çalışır ise Allah'ta onu  insanların  zahmetinden kurtarır. Ama her  kim de  Allah'ın  kızmasına  mukabil  insanların  rızasını  ararsa,  Allah'ta  onu o insanlara havale eder. – yani git bu gün onlar sana yardımcı olsunlar. "

                                                            TİRMİZİ :4.C.2527.N

                                                                                      

 

   Evet değerli kardeşlerim ! İşte bu yüzdendir ki ; şuurlu ve basiretli bir müslüman halkı değil hakkı memnun etmeye gayret göstermelidir.

 

  Batılın karşında susmayacağı  gibi,  hakka  yardımdan da geri durma-ması gerekir.  

 

   Şuurlu ve basiretli bir Müslüman, kendisi münkerlerden uzak duran biri olacağı gibi, toplumunda da münkerlerin yayılmasına asla razı olmayan biri olmalıdır…. O her zaman  münkerleri değiştirmeye  gayret gösteren biri olacağı gibi, ma’rufu anlatmaktan da geri durmayan biri olmalıdır.

 

   Ve yine  basiretli ve şuurlu bir Müslüman şunu çok iyi  bilir ki ; görülen  bir  münker karşınsında bananecilik, dinin sevmediği ve Allah'u Azze ve  Celle'nin  gazabını  ve  azabını  celbeden bir tavırdır.

 

   Meseleyi anlayan şuurlu ve basiretli bir Müslüman, Allah resulü s.a.v’in tüyler ürpertici şu hadisi şeriflerini asla aklından çıkarmaz ;

 

” … Ebu Bekr r.a'dan. Bir hutbesinde Allah'a hamd ve  sena ettikten sonra şöyle buyurur : Ey insanlar ! Siz şu Ayeti okuyorsunuz ve emr'i bil ma'ruf ve nehy'i anil münker görevini terk ediyorsunuz.  

 

" Ey iman edenler ! Siz  kendinize  düşüne bakınız. Hidayet  yolunda  olduğunuz müddetçe sapıtan kimse size zarar veremez....”

 

   Halbuki  biz Resullullah  s.a.v'den  şunu  işittik : Şüphesiz insanlar kötü bir şeyi görüpte menetmedikleri zaman, Allah'ın  onlara umumi  bir ceza vermesi çabuklaşır.”

  İBNİ MACE : 10.C.4005.N

                                                                                                                             ”… Cerir b.   Abdillah el-Beceli  r.a'dan ; Resullullah s.a.v şöyle buyurdu : " Hiçbir kavim yoktur ki  içlerinde  günah  işlenir, onlar günah işle-yenlerden daha güçlü, caydırıcı üstünlüğe sahip olduğu halde engellemezler de Allah onların tümünü birden cezalandırmaz..."

 

        İBNİ MACE :10.C.4009.N

 

 “ … Abdullah İbnu Mes’ud’dan ; Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : İsrail oğullarında ilk ahdi bozma şöyle oldu ; bir kimse başka bir kimseye günah işlerken rast  gelirdi de. Ona : “ Ey vatandaş ! Allah’tan  kork, işlediğin günahı bırak,  bu  sana helal değildir ” derdi. Sonra ertesi gün yine aynı  şahsa  rast  gelir  fakat bu gün ona - nasıl olsa bir sefer tebliğ ettim,düşüncesiyle -  bir daha  anlatmazdı. Çünkü beraber yiyor, beraber içiyor ve beraber oturuyordu. Bu kötülüğü  işleyince Allah’u Taala bunların kalplerini birbirlerine karıştırdı.  Ve  şöyle  buyurdu : “ İsrail  oğullarından  kafir  olanlar  Davud’un  ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bu, günah işlemeleri ve aşırı gitmelerin-dendir. Onlar  yaptıkları  münkerlerden  bir  birlerini  alıkoymazlardı.    Yapmakta oldukları  şey cidden ne kötü idi...” - MAİDE : 78.81  -  kısmına  kadar  okudu  ve sonra şöyle buyurdu : “ Allah’a yemin ederim ki, Ya mağrufu emreder, münkerden de  nehyedersiniz, veya  zalimin  elinden  tutar onu  hakka  sevk  edersiniz. Onu sadece hakkı uygulamaya zorlarsınız... – Ya da  geçmiş  ümmetlere isabet ettiği gibi, size de bela ve musibetler isabet eder-                                                                                                       

EBU DAVUD : 5.C.4336.N

                                                                                                                                                  

    Eğer zikredilen bu deliller Aklı selim bir müslüman tarafından düşü-nülürse, kendisine verilen mesaj gayet açık ve net bir şekilde anlaşılmış  olacaktır… O da şudur ;

 

“ Şuurlu ve basiretli bir Müslüman,  münkerlerin  işlenmesi  halinde  asla  rahat  edemez ve o çirkin işler karşısında asla suskun kalamaz… Böyle bir kimse, o münkerleri engellemenin yollarını  arar… “

 

 

   Değerli kardeşlerim ! zikredilen  son  hadisi  şerife eğer bir Müslüman dikkat ederse, burada kendisinden ibret alacağı güzel şeyler anlatılmaktadır…. Şöyle ki, İsrail  oğulları  küfürde  birden  vuku  bulma-mışlar ve o hale yavaş  yavaş  gelmişlerdir.

 

   Ahdi  bozmalarının  ilk merhalesi, görülen  münkeri bir defa karşı tarafa anlatma ve daha sonrasında  ise  anlatmama  ile  başlamış. Daha sonra beraberce yiyip içme, gülüp oynama, aman  ticaretimiz aksamasın, menfeatler zedelenmesin, arkadaşlık bozulmasın diye sıkı fıkı olma safhasına gelinmiş…. Derken,  Allah’u  Azze  ve  Celle de kalplerini bir-birine karıştırdı.  Ve  daha sonra ise, artık karşı  tarafa kalbi olarak bir buğz etme dahi ortadan kalkmış oldu…. Ve neticede de Allah’u Azze ve Celle  onları lanetledi ve kafir olduklarını beyan etti.

 

   İşte davasını dert edinen bir Müslüman bu noktayı çok iyi anlamalı ve   kavramalıdır.

 

   Allah resulü s.a.v’in şu hadisi şerifleri güzelce düşününülürse, işlenen münkerlerin karşısında insanların durumlarının ne olduğu açıkça ortaya çıkacaktır ;

 

“.... Abdullah İbn Mes’ud r.a’dan: Resulullah s.a.v buyurdular ki ; Allah’u Teala’nın gönderdiği  her  nebinin  kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine uyan mukakkak ki  bir takım  havarileri  ve  sahabileri  vardır.  Sonra  onların  ardından yapamayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan  bir  takım nesiller zuhur eder. İşte kim bunlara  karşı  eliyle  mücahede  ederse  o, mü’mindir. Onlara karşı kim diliyle  mücahede  ederse  o da mü’mindir. Onlara karşı kim kalbiyle mücahede ederse o da mü’mindir. Amma bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi yoktur.”

   MÜSLİM : 1.C.50.N

                                                                                                     

“ … Ebu Said r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu :  Sizden  her  kim  bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Eğer diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse kalbiyle buğz  etsin . İşte bu, imanın en zayıf noktasıdır...”

     

MÜSLİM : 1.C.49.N

       

    İşte burada  imanın en  zayıf noktasının ne olduğunu bir Müslümanın çok iyi anlaması gerekir… O da ; hadisi şerifte haber verildiği gib, insanın münkeri deyiştirmeğe gücü yetmediği anda  karşı tarafa sadece kalbi bir buğz beslemesiyle  iktifa etmesidir. Diğer hadiste ise insan, kalbi bir buğz etmeyi bile yitirmiş ise, artık o kimsede imandan eser kalmamış demektir.

                        

   Şimdi burada bir çoğunun anladığı  gibi, “ yapılmadığında insanda imanı külliyen nefyeden şeyleri yapmayıp ta, terkinde insanı imandan çıkarmayan, imanın şubelerinden herhangi bir şubeyi yerine getirmek, insanda iman vardır anlamına gelmez.”

 

   Daha açık bir ifadeyle ;  imanın öyle şubeleri vardır ki insan onları terk etmesiyle imandan çıkar. Ama  öyle  şubeleri  de vardır ki, insan onu terk ettiği zaman hala  iman dairesinde olup, sadece imanını  noksanlaştırmış olur.Yani iman o kimseden külliyen soyutlanmaz.

 

   Dolayısıyla, insanı imandan çıkarmayacak bir  iman  şubesinin  terkiyle  insan kafir olmayacağı gibi, o terk edilen şubeyi sadece yerine getirmesi de insanı iman ehli yapmaz.

 

   Hulasa bu bölümdeki söylenmesi gereken sözün özü : “ Şuurlu  ve basiretli bir müslüman amellerinin tümünde sadece ve sadece Allah’ın rızasını gözetir. Attığı her adımın, yaptığı her işin insanların değil, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığına bakar…. Bununla beraber etrafındaki görmüş olduğu münkerlerin karşısında suskun kalmaz ve onların izalesi için çırpınır..

 

TAVİZ  VE  YUMUŞAKLIK

 

   Değerli kardeşlerim ! İzahını yapmaya çalışacağımız mevzumuzun ikinci bölümü ise :  Tavizle  yumuşaklığın bir birlerinden  ayrı ayrı şeyler olduğu  ve bunların bir birinden  tefrik edilmesi noktasıdır.

 

   Konunun bu bölümü de çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır. Çünkü inananların bir çoğu,henüz anlayıp kavrayamadığı bu nokta  sebebi ile, davetlerinde dengesiz hareket ettikleri gibi, birbirlerini tasvipte ve tenkitte de dengesiz hareket etmektedirler…  

 

   Anlaşılması ümidiyle diyoruz ki ; Ey inananlar ! unutmayınız ki ; taviz ve yumuşaklık bir birinden çok farklı şeylerdir.

 

   İslam,din’den taviz verilmesini istemez ve sevmez. Bunun yanında , İslamın  başkalarına  ulaştırılması esnasında da - yani tebliğde de -  kabalık ve sertliği istemez ve sevmez.

 

   Çünkü İslam yumuşaklık, kolaylık ve  yerine göre hoş görü  dinidir. Dolayısiyle,davetçilere bu konuda orta  yolu  tutmalarını  emretmiştir.

 

  Çünkü insanlar fıtratları gereği kabalıktan ve sertlikten  nefret  ederler. Yumuşaklık ve hoşgörüğe de sempati duyarlar. Bu yüzden Cenabı Hak peygamberine şöyle buyurmaktadır :

 

ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ……  

 

“ Sen hikmet’le güzel öğütle rabbinin yoluna davet et. Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et ……..”

                                                                     NAHL :125.AY.

                           

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ  

 

“ Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılır giderlerdi….”

                                                                     ÂLİ İMRAN : 159.AY.

 

   İşte  bu, insanları  davasına  davet  eden  her  ferdin sabit bir düsturu olmalıdır. Davet edilen azgın, cahil, inatçı, kaba, zorba ve zalim biri de olmuş olsa, bu düstur her zaman ve her yerde geçerli ve sevilen bir kuraldır.

   Allah’u  Azze  ve  Celle, Firavun gibi bir mel’una dahi davetçi gönderir-ken bu ölçüde muamele edilmesini emretmiştir…. Rabbimiz şöyle buyur-maktadır :

 

  Firavun’a gidin. Şüphesiz ki o azmıştır.Ona yumuşak söz söyleyin belki öğüt  dinler veya korkar...”

                                                          TAHA : 43.44.AY.

 

   Her hususta yumuşaklıkla  muamelenin  hayrın  tamamı  olduğu  ve  yumuşak olmanın da hayırlarla dolu olduğunu dolayısiyla ondan mahrum olanın  ise  hayırların tümünden mahrum olacağını şu hadisi şerifler  bize açıkça haber vermektedir :

 

“… Resulullah s.a.v şöyle buyurmaktadır : Yumuşaklıktan mahrum olan, hayrın tamamındanda mahrum olur.”

                                                MÜSLİM : 8.C.2592.N

         

“… Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Yumuşaklık herhangi bir şeyde bulunursa onu muhakkak ki ziynetlendirip güzelleştirir. Ama neyden de sökülüp alınırsa, onu muhakkak ki çirkinleştirip kötüleştirir.”

 

                                                                     MÜSLİM : 8.2594.N             

 

“ … Allah resûlü s.a.v yine şöyle buyururlar : Muhakkak ki Allah, her hususta rıfk ve yumuşaklık ile muamele etmeyi sever…… “

 

                                        BUHARİ : 13.6014.S - MÜSLİM.8.C.2593.N                          

                                                                     

    Evet değerli kardeşlerim, gerçekten de davetçilerin en önemli sıfat-larından birisi olan bu haslet, davetçinin anlattığı ile insanların kalplerine - Allah’ın izni ile - tesir edebilme ve onlara imanı sevdirip dine yönel-melerini başarabilme konusunda oldukça önemli bir sıfattır.... Öyleyse basiretli bir Müslümanın bu konuda çok dikkatli olması gerekir..

                                                                                                                                  

   Değerli kardeşlerim ! Taviz  meselesine  gelince, bu da bilindiği  gibi  mükellefin  dini ile alakalı meselelerde çeşitli  bahanelerle fire vermesi yan çizmesi veya hafif davranması manasınadır.

 

   Artık bu bahane, ya  insanların  kendisini  kınayacağı  korkusundan dolayı olur… Ya, … sen yeni bir din mi ihdas ettin… denilip, kendi- siyle alay edileceğinden korktuğu için olur… Ya da, .... kendisinin  o  an ki vermiş  olduğu  o tavize,  islami  bir maslahat  kılıfı  geçirerek  onu meşru göstermesinden dolayı olur. Artık bunun başka şekli şemali ve isimleri de olabilir

 

   Ama unutulmamalıdır ki – Biraz  önce de  zikrettiğimiz  gibi - islam, kendisinden  taviz verilmesini asla istemez  ve de sevmez.  O, her zaman kendi yolunda  mertçe, yiğitçe ve  adaletli  bir şekilde sağa sola yalpa yapmadan  hedefe  yürünmesini  ister, sever  ve  bunu emreder.

 

   Müslüman, insanlar hoşnut olsunlar diye, onların keyiflerine göre buke-lamun gibi renk değiştirmez... Rengini değiştirmesi gereken insanlar  olmalıdır.... Ki  bu da, İslam’ın rengi olmalıdır..... İşte anlatmaya  çalıştığımız bu iki noktanın - yani, tavizle yumuşaklığın -  birbirinden ayırt edilmesi gerekir.

    Eğer bunları bir birinden ayırdetmeyip ve herbirini de yerli yerince  kullanmazsanız  bir  çok  çarpıklığın  sebebi  olacaktır.

 

   Aynen, sohbetlerimizde ve nasihatlerimizde karşılaşıldığı gibi. Yani ;  tebliğ eden kimsenin, tebliği esnasında taviz vermeden hakkı söylemesi ve doğruları olduğu gibi anlatması, bir çok cahil tarafından sertlik veya kabalık olarak anlaşılması gibi...

 

   Ama unutmayalım ki taviz  ve yumuşaklılığı  bir birine  karıştıranlar tarafından elde edilen bu anlayış, Kitap ve Sünnet’in  hilafına  bir  anlayıştır..... Böyle bir anlayışı İslam  kabul etmez . Yani, İslam insanların  hoşnutluğunu  aramak  için din’den taviz vermez. Hak ne ise onun en güzel şekliyle anlatılmasını ister...

     

   Anlatılan  mes’eleye,  karşı  tarafın yabancı olması veya senelerdir o mes’eleyi duymaması veyahut da karşı tarafın seninle taban tabana zıt bir inanca sahip olması, seni anlatacağın haktan geri bırakmamalıdır.

   Yani, aman efendim, Adam senelerdir yanlış bir inanç ve amel  peşinde, şimdi ben bunu kendisine anlatırsam kızar, köpürür. Dolayısıyla, ben  şimdilik bunu anlatmayayım da ileride bir gün belki bir fırsatını bulup anlatırım inşallah, demesi  bir tavizdir. Ve  İslam  böyle bir üslup  emretmemiştir.

 

   İslam, görülen bir münkerin anında münker oluşunun haber  verilmesini ve onun usulüne uygun bir  şekilde elle, dille, kalple ortadan kaldırıl-masını emretmiştir.

 

“.... Ebu  Said r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Sizden  her  kim bir münker görürse onu  eliyle  değiştirsin. Eğer  eliyle değiştirmeye  gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu imanın en zayıf noktasıdır “

                                                                                    MÜSLİM : 1.C.49.N

 

    Allah resulü s.a.v’in gerek bu hadisinde ve gerekse İslam’ın başlan-gıcından resulullah s.a.v in vefatına  kadar olan  davet  üslubunda  görülüyor  ki, O, yani s.a.v,  irili  ufaklı  hiçbir münkerin gözünün yaşına bakmamış, onlara  mani olmaya çalışmıştır..... Bu konuda  yakın  ve  uzak  hiç  kimsenin  gönlünü  kırmaktan  da çekinmemiştir....

 

   Öyle ki bu kendisiyle alakalı bile olsa, hakkı hakikatı söylemekten geri durmamıştır...... Aynen şu hadislerinde buyurduğu gibi :

 

“… Sakın Hıristiyanlar’ın İsa’yı layık olmadığı bir mevkiye çıkardıkları gibi, siz de beni  layık olmadığım bir mevkiye çıkarmayın. Sizler benim için sadece ; Allah’ın kulu ve Resulüdür ” deyin.

AHMED : 1.23.24

  Yine bir hadislerinde, kendisine babasının durumunu soran insana açık ve net bir şekilde : Baban ateştedir, buyurması ve kendi babasının da ateşte olduğunu söylemesi … “   buna bir örnektir.

                            MÜSLİM : 1.C.203.N

 

    Zannedersem bizim bu konuda  unuttuğumuz veya anlayamadığımız bir nokta var. O da :

 

    Biz  istiyoruz ki, kendilerine dini  anlattığımız  insanlar, anlattığımız  şeyleri anında kabul edip ve bir de bize  teşekkür  etsinler.

 

   Veya boynumuza sarılarak : Ya siz şimdiye kadar nerdeydiniz  ey güzel insanlar ? desinler.

 

   Acaba hiç düşündünüz mü ? ...  bizim  bu  isteğimiz  ne derece doğru bir istektir ?

    Ve yine hiç düşündünüz mü ? acaba bizim istediğimiz gibi, kendilerine  dinleri  anlatılan hangi insanlar hemen teslimiyet  göstermişlerdir  ki ?

 

    Bırakın normal davetçileri, Allah’ın resulleri dahi, insanlara dini tebliğ ederken, onların yanlışlıklarını  zikredip, “ Bu inanç batıldır…Bu amel yanlıştır ….bunun şu şu şekilde olması gerekir ” dediklerinde, ne bizim zannettiğimiz şekilde karşılık görmüşlerdir ve ne de bizim istedi-ğimiz doğrultuda cevaplar almışlardır.

 

   En  güzel davet üslubu ile donatılmış o insanlar dahi hakkı anlattık-larında karşısındaki insanlar demedilermi ki : “…. Sen yeni bir din mi ihdas ettin …. Senin bu anlattıklarını ne atalarımızdan nede bilgin-lerimizden kesinlikle duymadık…. Bunları demediler mi ?

 

   Ve amcası Ebu Talib’e ; “ Muhammed ilahlarımıza küfrediyor - yani onları yalanlıyor- onu çağır da kafasına biraz akıl koysana...” demediler mi ? ...Daha korkuncu ise :

 

“...... Taif’te kendisini taşlamadılar mı ? ... Ka’be de namaz kılarken boynuna deve dölü dolamadılar mı ?... Hatta kendisini delilikle suçlamadılar mı ? …….”

 

    Acaba bunlar Muhammed s.a.v’in tipini mi beğenmiyorlardı da bu şekilde hakaret  ve  işkenceler ediyorlardı kendisine, hiç  düşündünüz  mü ? .....  Yoksa onlara mertçe, yiğitçe, açık açık hakkı ve gerçekleri anlattığından dolayı mı hakaret ve işkencelere maruz kalıyordu…

 

   Kendisinin bir hadisi şeriflerinde buyurduğu gibi : “Allah yolunda bana sıkıntı verildiği kadar hiç kimseye verilmemiştir. “

C. SAĞİR : 3.C.3378.N

   Öyleyse ey Müslüman ! Şunu kafana iyice yerleştir ki, Allah resulü s.a.v’e bütün bunların reva görülme sebebi, hakkın ve doğruların olduğu gibi söylemesinden dolayı yapılmıştır.

 

   Hatta yine unutma ki ; onun vefatından sonra sahabelerde aynı sıkıntılarla karşılaşmış ve bir çok çileler çekmişlerdir....

 

   Ve hele şunu asla unutma ki ; onlar bununla cenneti kazanmışlardır… Çünkü bunsuz davet ve davetçi düşünülemez..

 

   Öyleyse sözü daha fazla uzatmaya gerek yoktur. Eğer sen de cennet ve cemalullah istiyorsan ; onların adımladığı bu yolu adımla ve onların davalarına karşı gösterdikleri samimiyeti sen de göster…. Ve onların sabrettikleri gibi sen de sabret…

 

  Sana son nasihatım, Rabbimizin kerim kitabındaki şu mesajıdır :

 

أَمْ  حَسِبْتُمْ  أَن تَدْخُلُواْ  الْجَنَّةَ  وَلَمَّا  يَأْتِكُم مَّثَلُ  الَّذِينَ خَلَوْاْ مِن قَبْلِكُم  مَّسَّتْهُمُ الْبَأْسَاء وَالضَّرَّاء وَزُلْزِلُواْ حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ  مَتَى نَصْرُ اللّهِ أَلا إِنَّ نَصْرَ اللّهِ قَرِيبٌ

 

 

{ Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız ? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokun-muş ve öyle sarsılmışlardı ki ………….. }

                                                                                                            BAKARA : 214.AY

 

   Allah’u Taala’dan dileğim ; beni ve sizleri her zaman doğruları eğip bükmeden  anlatan  ve bu yolda sabreden kullarından eylesin….  

 

                                                                                                   Amin …

 

 

 

                                                             TACUDDDİN EL- BAYBURDİ                                               

                                                                                                                                                       

 


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol