Kur'an ve Sünnet
   
 
  Fazl Faizi

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Fazl Faizi

 

Nesi olmayan "fasl faizi" ise, selef ve halef tarafından çözümü zor bir mesele olarak görülmüştür. İbn Abbas, İbn Mesud ve Muaviye fazl faizini kabul etmemişlerdir. Ayrıca Usame'den gelen sahih hadiste peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Riba ancak nesiede vardır" (Hadisin tahrici daha önce geçmiştir.)

Bunun hilafına olarak da müteahhirinden Ebu Tahir er-Reyaşi gibileri fazl ribasının tüm mallarda işlediğini söylemiştir ki bu görüş icmaya aykırıdır.

Bir taife ise şöyle dedi:

Fazl faizi sadece nas ile sabit olan altı sınıfta geçerlidir. Bu görüşü Katade, Davud ve arkadaşları ve ömrünün son dönemlerinde İbn Akil gibi zatlar dile getirdiler. İbn Akil fazl faizinin hadiste de geçtiği gibi sadece seddü'z-zerai bakımından yasak edildiğini söylemiştir.

(Davud b. Ali b. Halef el-Esbahani, Ebu Süyeyman "Ez-Zahiri" lakabıyla anılır. İslam müctehid imamlarından birisidir. Zahiriye mezhebi ona nisbet edilir. Çünkü Kitap ve sünnetin zahirini alır, tevil, görüş ve kıyasa itibar etmezdi. 270 yılında Bağdat'ta vefat etti.)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Dirhemi iki dirhem karşılığı satmayın. Ben sizin remaya düşmenizden korkarım." (Hadisin tahrici daha önce yapıldı.)

Nesi (vadeli) faiz ihtiva ettiği fesad ve zulümden dolayı haram kılınmıştır.

Fazl faizi ise seddü'z-zerai (harama vesile kapısını kapama) açısından haram kılınmıştır.

Bu konuda en yakın görüş şudur:

Fazl ribası ancak ölçülebilen, tartılan mümasil yiyeceklerde caridir. Bu Said b. Müseyyeb, bir söze göre Şafii ve bir rivayete göre de Ahmed'in görüşüdür ki Ebu Muhammed bu görüşü seçmiştir. Ebu Muhammed, Muğni'nin yazarı İbn Kudame'dir.)

Malik'in mezhebi de buna yakın bir görüştedir. Bu görüş fazl ve nesi ribasında ve maksatlara itibarda tercih olunan bir görüş olmakla beraber seddü'z-zerai bakımından mübalağa etmişlerdir.

Hile ve seddü'z-zerai arasındaki fark şudur:

Hile sahibinin şer'an haram olan şeyi kastetmesidir ki, bu kişinin kötü kastından menedilmesi gerekir.

Seddü'z-zerai ise iyi kastı şeydir. Fakat bu iyi kastın hileye dönüşmesinden endişe edilir.

Kanun koyucu bazı yerlerde zeraileri sed etmiştir ki bu meseleyi "Beyanu'd-delil ala butlani't-tahlil" isimli eserimizde ayrıntılarıyla ele aldık.

Kanun koyucu seddü'z-zerai'de racih maslahatın kaybolmaması şartını koymuştur. Dolayısıyla yasak, kendisinde racih maslahat olmayan müfsideyi kapsar. Ancak maslahatı raciha bulunduğu zaman mubah olur. Çünkü bu durumda maslah, müfsideye göre daha racihdir. Bu nedenledir ki racih maslahat gereği kişinin nişanlayacağı yabancı kadına bakması caizdir. Her ne kadar gereksiz yere yabancı bir kadına bakmak caiz olmasa da.

(Bir ihtiyaç olmaksızın erkeğin yabancı kadınlara bakmasının caiz olmadığının delillerinden birisi de Nur suresinin 30. ayetidir.

"Mü'min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.")

Aynı şekilde kadının mahremi olmayan erkekle sefere çıkması caiz değildir. Fakat Aişe'nin Safvan b. Muattal'la854 yaptığı sefer gibi bazen racih maslahat gereği caiz olur. Aişe yalnız başına idi. Bu durumda yabancı bir müslümanla sefere devam etmesi, yalnız başına tehlikelerle karşı karşıya kalmasından daha hayırlıdır.

(Safvan b. Muattal, Ebu Ömer es-Sülemi ifk hadisesinden beri olan şahıs. Vefatı konusunda ihtilaf edilmiştir.)

(Meşhur ifk hadisesi. Bu olay kısaca şöyledir:

Bir seferde Aişe özründen dolayı ordunun gerisinde kalır. Daha sonra İslam ordusunun askerlerinden olan Safvan b. Muattal oradan geçerken Aişe'nin ordunun gerisinde kaldığını görür ve onu alarak Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) kavuşturur. Bu olay daha sonra münafıklar tarafından dedi kodu konusu yapılır. Bunun üzerine Cenab-ı hak vahiy indirerek Aişe'nin temiz, dedikoducuların yalancı olduklarını beyan eder. Buhari Kitabu'ş-şehadet: 3/154-158, Müslim Kitabu't-Tevbe: 3/2129-2138, Ahmed, Müsned: 6/194-197.)

Yine aynı şekilde kadınların yanlarında bir mahrem olmadan hicret etmeleri caiz olmadığı halde maslahatu raciha gereği Ümmü Gülsüm bt. Ebu Muit mahremsiz olarak, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı Zeyneb ise Allah Rasulü'nün görevlendirdiği kişilerle beraber hicret etmiştir.

(Ümmü Gülsüm bt. Utbe b. Ebi Muit. Mekke'de ilk müslüman olan bayanlardandır. Hudeybiye barışında yürüyerek tek başına muhacir olarak Medine'ye gitti. Hicret ettiği zaman evli değildi. Medine'de Zeyd b. Harise ile evlendi. O'nun şehadetinden sonra Zübeyir b. Avvam'la evlendi. Sonra ondan boşanıp Abdurrahman b. Avf ile evlendi. Abdurrahman'ın vefatından sonra da Amr b. As ile evlendi ve onun yanında vefat etti.)

(Zeynep bt. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in en büyük kızı. Annesi hayatta iken Teyzesinin oğlu Ebu'l-As b. Rebi ile evlendi. Kocası müslüman olmadan 6 yıl önce müslüman olarak hicret etti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir ensari ile birlikte Zeyd b. Harise'yi göndererek onu Mekke'den getirtmiştir.)

Kadınların mahremsiz olarak hacca gitmeleri konusunda ise fakihler ihtilaf etmişlerdir. (Ayrıntı için bakınız: Mesailu İmam Ahmed: 1/139, el-Muhal-la: 7/47-52, Şerhü's-sünne li'l-Beğavi: 7/20, El-Hidaye: 1/135...)

Bu konuda en güçlü görüş şudur:

Kadının mahremi ile beraber haccetmesi mümkün olmazsa, bu durumda emniyetini sağlayabiliyorsa gayri mahremle de hacca gidebilir. Çünkü güvenliğini sağlayarak mahremsiz hacca gitmesi, hac vecibesini kaçırmasından daha evladır.

"Karınla beraber haccet"859 hadisi kadının mahremiyle sefere çıkması mümkünken, gayri mahrem ile sefere çıkmayacağını gösterir. (Bkz: Buhari Kitabu'n-nikah: 6/159, Müslim, Kitabu'l-Hacc: 1/978)

Fakat kadın haccı kaçırmakla güvenli bir şekilde gayri mahrem ile hacc etmek arasında tercih yapmak durumunda kalırsa hacca gitmesi daha uygun olur. Hacc yolunda fesat nadirdir. Ancak mahremsiz olarak ticaret ve ziyaret için sefere çıkmak böyle değildir. Çünkü bu amaçla yapılan seferlerde yabancı erkeklerle yalnız kalmak gibi dini yönden sakıncalı hususlarla daha çok karşılaşır.

Mürevvizi'nin rivayetinde Ahmed, evlenme umudu kalmamış yaşlı kadınların mahremsiz olarak sefere çıkmalarına cevaz vermiştir. 

(Bkz: Kitabu'l-Furu (İbn Müfellah) 3/236.)

(Mürevvizi;İmam, fakih ve muhaddis. Ebu Bekir Ahmed b. Muhammed b. Haccac el-Mürevvizi. İmam Ahmed b. Hanbel'in arkadaşları. H. 275 yılında vefat etti.)

Aynı şekilde üç mescidi ziyaret, taat ve kurbiyettir ki, kadın güvenliğinden emin olduğu taktirde bu mescidleri ziyaret edebilir. (Ziyaret edilmesi sevap olan üç mescit şunlardır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa.)

Fakat vacip veya müstehap olmayan seferler böyle değildir. Çünkü bu tür yolculuklarda kadının dini bakımından racih bir maslahatı yoktur. Bilakis bu tür seferlerde dini yönelik tehlikelerle karşı karşıyadır. Kadının kocası ve mahremi bulunmaksızın bu tür zorunlu olmayan yolculuklara çıkması hayırlı bir davranış değildir. Bilakis bu durumlarda sefere çıkmamak sevaptır.

"Kadın ancak kocası veya mahremiyle sefere çıkabilir" hadisi umumi anlamda değildir. Bilakis kadınlar Zeynep ve Ümmü Gülsüm'ün hicret yolculukları gibi, zaruret durumlarında mahremsiz olarak sefere çıkabilirler.

Yabancı kadına bakmak harama vesile olabileceği için yasak edilmiştir. Fakat nas ve icma ile sabittir ki nişanlanma ve benzer durumlarda bakılabilir. Şahid ve görevli memur mahkemede yabancı kadına bakabilirler. Arkadaşlarımız ve başkaları şehvetsiz bakma şartı ile cevaz vermişlerdir.

Ebu Hanife'nin arkadaşları ise şehvetle dahi olsa bu gibi zorunlu hallerde yabancı kadınlara bakılabileceğini söylemişlerdir. Onlara göre şehvetsiz olarak, kadının yüzüne ve ellerine bakılabilir. (Bkz. el-İnsaf (Maverdi) 8/27-28)

Ahmed'den bu yönde bir rivayet mevcuttur. (Bkz: Ahkamu'l-Kur'an (Cassas): 3/316, el-Muhalla: 10/31)

Şafii'nin de bir sözü böyledir. (Bkz. el-İnsaf (Maverdi) 828)

Bu konuya bir diğer Örnek, güneşin doğma ve batma vaktinde kılınan namazdır. Seddü'z-zerai gereği güneşe tapanlara benzememek için bu vakitlerde namaz kılmak yasaklanmıştır. Fakat namazı kaçırmamak vesaire gibi maslahatu'r-raciha gereği yasak olan bu vakitlerde namaz kılınabilir. (Cenaze namazı, Tavaf namazı, Tahiyyetü'l-mescid namazı ve Kusuf namazı gibi sebebe dayanan namazlar gibi.)

Doğru olan şudur:

Bir sebebe binaen kılınan her türlü namazın, yasak olan bu vakitlerde kılınması caizdir.

Şafii'nin ve bir rivayette Ahmed'in görüşleri de böyledir. (Bkz. el-Muğni: 1/759, El-Mühezzeb: 1/130.) (Bkz. el-Muğni: 1/759.)


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol