Kur'an ve Sünnet
   
 
  Yanında Bulunmayan Şeyin Satılmaması

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Yanında Bulunmayan Şeyin Satılmaması

 

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Hakim b. Hizam'a şöyle dedi:

"Yanında bulunmayan şeyi satma."

Hakim şöyle demişti:

"Bazı insanlar gelip yanımda bulunmayan malı satmamı istiyorlar, ben de istedikleri malı onlara satıyorum, sonra çarşıya gidip elimde olmadığı halde satışını yaptığım o mallatı satın alıyorum."

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Hakim'in böyle dediğini duyunca ona şöyle demişti:

"Yanında bulunmayan şeyi satma."

(Hakim b. Hizam'dan değişik lafızlarla tahric edenler: Şafii Risale: 336-337, Ebu Davud Sünen. Kitabu'l-buyuu ve'l-icarat: 3/768-769, İbn Mace, Sünen, Kitabu't-ticarat: 2/737, Tirmizi Sünen Kitabu'l-buyu: 3/554, Elbani İrvau'l-Ğalil'de bu hadisin sahih olduğunu söyledi.)

(Hakim b. Hizam b. Hüveylid, el-Kurşi, el-Esedi. Fetih günü müslüman oldu ve İslam'ını güzelleştirdi. Kureyşin ileri gelenlerinden ve neseb alimi idi. H. 54 yılında vefat etti.)

Abdullah b. Ömer'in hadisinde de Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.

"Selef ve satış helal değildir. Satışta iki şart da helal değildir. Tazmin edilmeyen maldan kar sağlamak da helal değildir. Yanında bulunmayan şeyi satmak da helal değildir." (Hadisin tahrici daha önce geçti.)

İnsanlar bu hadis üzerine değişik sözler söylemişlerdir.

Şöyle denildi:

"Yanında bulunmayan şeyi satma" hitabından maksad: "Sahib olmadığın ayan cinsinden malı satma" demektir.

Bu tefsir Şafii'den nakledilmiştir. Ve onun hal selemine cevaz verdiği rivayet edilmiştir. Mütesellifin yanında sattığı şey bulunamayabileceği için bunu ayana hamletmiştir ki bu durumda hal veya müeccel olsun zimmette bulunan malın satışı caizdir. (Bkz. er-Risale (Şafii): Ahmed Şakir'in tahkiki s: 339.)

Başkaları da şöyle dediler:

Bu söz cidden zayıftır. Hakim b. Hizam'ın satışı şöyleydi:

Bir şey satın almak isteyen bir şahıs ona gelerek: "şöyle şöyle bir yiyecek veya elbise satın almak istiyorum" derdi. O da "tamam istediğini sana temin edeceğim" der ve siparişini aldığı mal yanında ise hemen verir, yanında yoksa pazara giderek istenen malı müşterisi için satın alırdı.

Bu şekilde ticaret yapan daha başka bir çok insan vardır. Dolayısıyla rivayette "Müşteri gelerek bana yanında bulunmayan bir malı satın almak istediğini bildirdi." denilmektedir. Yoksa "Başkasının malını taleb ederdi" denilmemiştir.

Mal taleb eden şahıs, o malın aynısını değil cinsini taleb eder.

Dolayısıyla Ahmed b. Hanbel ve bir grup alim ikinci kavle dönerek şöyle demişlerdir. Hadis umumiyeti gereği, yanında bulunmadığı taktirde zimmette bulunan malın da satışının yasaklanmasını gerektirmektedir -ki bu, yanında bulunmadığı taktirde selemden de men etmektedir- Fakat müeccel selemin caiz olduğunu bildiren hadisler gereği, bu yasak hal selemini kapsamaktadır. (Bkz. Bidayetü'l-müctehid ve nihayetü'l-muktesid: 2/203.)

Üçüncü görüş: Bu en doğru görüştür. Hadis mutlak olarak selem-i hal ve selem-i müecceli yasaklamamaktadır. Hadis, zimmette bulunmayan, satın almaya imkanı da bulunmayan ve dolayısıyla teslimi de mümkün olmayan malın satışını yasaklamaktadır. Sahib olmadan, teslimine ve tazminine muktedir olmadan bir maldan kar elde etmeyi yasaklamaktadır.

Hadis sattığı malın mütesellifin yanında bulunmadığı taktirde hal selefini yasaklamaktadır. Hadis kişinin elinde bulunmayan ve teslimine muktedir olmadığı maldan para kazanmasını yasaklamıştır. Çünkü parasını aldığı malı, pazarda bulabilir de bulmayabilir de. Dolayısıyla bu tür alışverişlerde aldatma ve tehlike söz konusu olabilmektedir. Çünkü selem halde ise, malın hemen anında, hal zamanında teslim edilmesi gerekir. Fakat satıcı buna temin edemeyeceğini bildiği halde, müşteriden malın bedelini alıp kar sağlanması caiz değildir.

Fakat satıcı teslime muktedir olduğu taktirde selem-i hal caizdir ki Şafii şöyle demiştir:

Müeccel caiz ise, halin caiz olması daha evladır.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in muradının bu olduğunu açıklayan bir diğer husus da şudur:

Yukarıda geçtiği gibi mal talebinde bulunan kimse zimmette mutlak olarak bir satış talebinde bulunmuştur. Bunun satışı caiz değilse, mülkünde olmayan muayyen şeyin satışı hiç caiz olmaz.

Alıcı ondan zimmetindeki şeyi hak üzere satmasını taleb etmiş, o da "tamam satarım" diyerek pazara gidip taleb edilen malı satın almıştır. İşte bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:

"Yanında bulunmayan şeyi satma" buyurmuştur. Eğer selef-i hal mutlak olarak caiz olmasaydı o zaman Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ona şöyle demesi gerekirdi:

"Bunu satma" ister yanında olsun, veya olmasın.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in "Yanında olmayan şeyi satma" buyruğundan, yanında bulunan, malik olduğu ve teslimine muktedir olduğu şey ile böyle olmayanı birbirinden ayırdığı anlaşılır. Her ne kadar ikisi de zimmette olsa da.

Kim bunları düşünürse, üçüncü görüşün doğru olduğunu görür. Denilse ki:

Muahhar zaruret gereği caizdir. Bu iflas edenlerin satışıdır. Çünkü satıcı şu an satacağı bir şey olmadığı için erteleyerek satmak zorundadır. Hal'de ise, satılan malı müşterinin görüşüne arzetmesi mümkündür. Zimmette mevsuf bir şeyin veya gaib mevsufu'l-ayn bir şeyin satışı zorunlu değildir. Hatta yasaktır. Aslın hilafını kabul etmiyoruz. Bilakis satılan malın tecili, malın bedelinin tecili gibidir.

İnsanlar hal ve gaib satışı konusunda üç görüş üzerindedirler:

Bazıları mutlak olarak caiz demekte fakat muayyen mev-sufa cevaz vermemektedir. Şafii'den meşhur olan bu görüştür.854

Fakat zahir olan her ikisinin de caiz olmasıdır.

Burada Şafii'ye onun başkalarına dediğinin aynısı denilebilir:

Mutlak mevsufun satışı caiz olursa, muayyen mevsufun satışının caiz olması daha evladır. Çünkü mutlakta muayyene göre daha çok tehlike, cehl ve aldanma vardır. Birinci sıfatla mutlak buğday satsa, müşteri malı gördüğü zaman seçme hakkına sahiptir. Bunun caiz olduğu sahabeden nakledilmiştir.

Ebu Hanife854 ve bir rivayete göre Ahmed'in mezhebi böyledir. (Bkz: El-Hidaye şerhu Bidayetü'I-mübteda: 3/32.) (Bkz: El-Muğni: 4/75.)

Ahmed'in arkadaşlarından Kadı ve başkaları satış lafzıyla hal selemine cevaz vermişlerdir.

Bu meselenin tahkiki:

Lafız ile lafız arasında fark yoktur. Parası peşin verildiği halde teslimatı sonra yapılan satışa "selef" denilir.

Müsned'de peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet edilir:

"Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) olgunlaşmaya başlamadan bağdaki meyvenin peşin olarak alınmasını yasakladı." (Ahmed, Müsned: 2/46-51.)

Fakat meyveler olgunlaşmaya başladıktan sonra, alıcı parasını peşin vererek bunları satın alabilir. Bu durumda malın teslimi gecikecektir.

İşte parasını peşin verip, malı daha sonra teslim almaya "selef" denilir.

Selef: Önce olan, "Salif" ise öne geçen anlamındadır ki cenab-ı hak şöyle buyurdu:

"Böylece onları sonradan gelecekler için bir selef ve bir örnek kıldık." (Zuhruf: 43/56)

Araplar değerli develerin öncülerine "salife" derler. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de çeşitli hadislerinde bu kelimeyi kullanmıştır.

"İlhaki selefuna'l-hayr Osman b. Maz'un" (Osman b. Maz'un'un vefatı münasebetiyle ilgili hadisten bir cümledir. Hadis için bkz: Ahmed, Müsned: 1/337-338, Hakim, Müstedrek: 3/210.)

"Hatta tenferide salifeti" örneklerinde olduğu gibi. (Buhari, Kitabu'ş-şurut'ta: 3/178-179'da geçen uzun hadisten bir cümledir.)

"Selef" lafzı, "ödünç ve seleme" şamildir. Çünkü ödünç veren de ödüncü selef yani takdim ve tacil etmiştir. Fakat ödünç menfaat karşılığı teberru'dur.

Abdullah b. Amr'ın hadisinde Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Selef ve satış helal değildir; satışta iki şart ta helal değildir. Tazmin edilmeyen maldan kar sağlamak da helal değildir. Yanında bulunmayan şeyi satmak da helal değildir." (Hadisin tahrici daha önce geçti.)

Bir başka hadis de şöyledir:

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) genç bir deve istilaf etti, onun yerine yetişkin bir deve ödedi." (Hadisin tahrici daha önce geçti.)

Yanında bulunmayan şeyi satan kimse tacirdir ve amacı kar etmektir. Taleb edilen mala bir fiyat biçer ve bu fiyatı peşin tahsil eder sonra da pazara giderek malı daha ucuza satın alarak parasını önceden aldığı müşteriye satarak kazanç sağlar. Yoksa hiçbir tacir kar sağlamaksızın başkalarının ihtiyaçlarını temin etmez.

Tacir paraya ihtiyaç duyduğu zaman, selef yöntemine başvurur. Bu selem-i müeccel'de vaki olur ki "müflisler satışı" diye isimlendirilir.

Müflis tacirin parası ve yanında satacak hazır malı yoktur. Fakat sonradan gelecek malları mevcuttur. Bu durumda parasını peşin almak ve malı sonra teslim etmek üzere satış yapma yoluna başvurmaktadır.

Müeccel selef çoğunlukla mütesellifin paraya ihtiyaç duyması durumunda vaki olmaktadır.

Hal selef de ise hazırda yanında mal bulunduğu zaman, parasını ihtiyaç duyduğundan yanındaki malı muayyen veya mevsuf olarak satar.

Yanında mal yoksa, bunu ancak ticaret ve kar amacıyla yapar. Belli bir fiyattan mal satar ve bunu kendisi daha düşük bir fiyattan temin etmeye çalışır. Tacirin düşüncesi budur. Fakat her zaman düşüncesine nail olmayabilir ve bazen sattığı fiyatın altında değil de daha üstünde mal alarak yaptığı işten zararlı çıkabilir ki bu durumda bu işte, bir nevi tehlike ve kumar söz konusudur. Tıpkı firar eden bir köleyi veya kaybolan deveyi satmak gibi. Kaçak köle veya kayıp devenin sahibi bunları piyasadan daha ucuz bir fiyata satar. Eğer bunlar yakalanır veya bulunursa, düşük fiyattan dolayı satıcı yakalanmaz veya bulunmazsa ödediği paradan dolayı müşteri pişmanlık duyar.

Devenin veya atın doğmamış yavrusunu satmak da bunun gibidir ki husulü meçhul olan bu gibi şeyler kumar ve piyango gibidir.

Burada iki türlü tehlike vardır:

Ticaret tehlikesi: Tacir kar etmek amacıyla birşeyler alır, satar ve bu konuda Allah'a tevekkül eder. Bu ticaretin kuralıdır. Tacir, Allah'a tevekkül ederek elindeki malı satın alacak kimseleri bekler. Bu İşte kar ettiği gibi bazen zarar da edebilir. Ticaret işte böyledir.

İkinci tehlike: Kumardır ki, insanların mallarını batıl yolla yemek esasına dayanır. Allah ve Rasulü'nün haram kıldığı mülamese ve münabeze, hayvanın karnındaki yavrusunu ve olgunlaşmaya başlamadan önce ağaçlardaki meyveleri satmak bu nevidendir.

 (Mülamese satışı: "Sen bana veya ben sana dokunursam satış vacip olur" şeklindeki alış-veriş. Aldatma esasına mebni olduğu için yasaklanmıştır.)

(Münabeze satışı: Satışın zorunlu hale gelmesi için kişinin arkadaşına "Elbiseni bana çek veya ben sana çekeyim demesi")

Bu tür alışverişlerde taraflardan biri diğerine kumarda olduğu gibi zulmetmiş olur ve bu işte zalim sürekli olarak mazlumun ahini, nefretini kazanmıştır.

Oysa satmak üzere mal satın alıp da, sonra fiyatların düşmesi ile elindeki malı ucuz fiyata satan tacirin durumu böyle değildir. Bu tacir zararını Allah'ın takdiri olarak görür ve kimseye karşı bir nefret duymaz.

Bunun aynısı, sahip olmadığı malı satan satıcı gibidir. İnsanların çoğu ondan satın alacakları malın onun elinde bulunmadığından haberleri bile yoktur. Eğer bilseler zaten gelip ondan almaz gidip onun alacağı yerden kendileri alırlardı. Onun sahip olmadan mal sattığını bilseler de, söz konusu malın uzak bölgelerde olması veya toptan alınması gerektiği gibi nedenlerle aracıya başvurmaktadırlar.

Bu tehlikeler ticaretten değil, meyvelerin olgunlaşmadan satılması gibi, teslime güç getirmeden satışta yapılan acelecilikten kaynaklanmaktadır. Hayvanın karnındaki yavrusunu satmak, firari köleyi satmak, kaybolmuş deveyi satmak hep bu nevidendir.

Tacir malı satın alıp mülküne kattıktan ve teslim aldıktan sonra ticaretin tehlikesi başlar. Tacir malını Allah'ın helal kıldığı ticaret yolu üzere satmalıdır.

"Ey iman edenler! Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı batıl yolla yemeyin" (Nisa: 4/29)

Bu da hile ve kumar esasına dayandığı için yasaklanmıştır.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in:

"Satışta iki şart haramdır." buyruğu, bir satışta iki satış niyetini kapsar. (Hadisin tahrici daha önce geçti.)

Örneğin bir malı Önce vadeli olarak 100 dirheme anlaşıp, sonra bunu nakti olarak 80 dirheme satmak gibidir ki buna "ıyne satışı" denilir.

Bazıları bunu bir satış sözleşmesinde birden fazla şart koşulması olarak yorumlamışlar ve sonra Ahmed'den (Bkz: el-Muğni) nakledildiği gibi bazıları bunu mutlak olarak yasaklamıştır. Bazıları da bu şartların nevileri ile ilgilidir demişlerdir ki tüm bu görüşlerden yasağı gerektirecek bir şey yoktur.

Allah subhanehu ve teala işlerin hakikatlerini daha iyi bilir.

-Müşkil ayetler kitabının "sin" ve "he" nüshaları burada sona eriyor.-


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol