Kur'an ve Sünnet
   
 
  Zümer: 39/53-55 Ayetinin Açıklaması

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Zümer: 39/53-55 Ayetinin Açıklaması 

 

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ *  وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ  *  وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَكُمُ العَذَابُ بَغْتَةً وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ

"Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, ona teslim olun, sonra size yardım edilmez. Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azap gelmezden Önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'ana) tabi olun." (Zümer: 39/53-55)

Bir başka yerde bu ayetlerin tevbe edenler için olduğunu zikrettik. (Bkz. mecmua feteva. 4/475)

Ancak Nisa suresinin şu ayetinin ise, mutezile'den bazılarının iddia etitiği gibi tevbe edenler hakkında olması caiz değildir:

"Allah, kendisine ortak/şirk koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar." (Nisa: 4/47)

Çünkü Kur'an'ın nasları ve müslümanların ittifakı ile, şirkten tevbe edenin şirki de bağışlanır.

Bu ayette "tahsis" ve "takyid" var iken, yukarıdaki diğer ayetlerde "tamim" ve "itlak" vardır.

(Yani Nisa Suresinin ayeti şirki, Allah'ın bağışlamayacağı hükmüne tahsis etmekte, şirk dışında kalan günahları ise, Allah'ın dilemesi ile takyid etmektedir.)

(Zümer suresinin ayetinde tamim, yani Allah'ın tavbe edenlerin tüm günahlarını affedeceği umumi hükmü vardır. Itlak olması da, günahkarlar hakkında mutlak olması demektir.)

Son ayeti kerimede şirk'in bağışlanmayacağı bildirildi. Diğer günahların bağışlanması konusunda da net bir ifadeden kaçınılarak "Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar" diyerek Allah'ın dilemesine bıraktı.

Bir başka yerde açıkladığım gibi bu ayeti kerime Haricilere ve Mutezileye reddiye olduğu gibi, "Her fasığın azabedilmesi caizdir, kimse bağışlanmaz ve herkesin bağışlanması caizdir" diyen Murcielere de reddiyedir.

(Hariciler; Tahkim olayından sonra, Hz Ali (r.a)'ye karşı gelip, başkaldıranlar. Daha sonra onlarca fırkaya bölünmüşlerdir. Hariciliğin temel ilkeleri şunlardır. Ali'yi, Osman'ı, Cemel Savaşına katılanlar, iki hakemi ve onların hükmüne razı olan herkesi tekfir ederler. Zorba idareciye karşı ayaklanmayı öngörürler. Ve büyük günahları işleyenlere kafir derler.)

Hakk Teala: "Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar" buyurarak, şirk dışında, dilediği kullarının günahlarını bağışlayacağını ilan etmiştir.

Şayet Cenabı Hakk kimseyi bağışlamayacak olsaydı, bu durumda

"Bundan başkasını bağışlar" kavl-i ilahisinin bir anlamı kalmazdı.

Ve eğer herkesi bağışlamasaydı o zaman da: "Dilediği kimse için" kavlinin bir anlamı kalmazdı.

Dolayısıyla ayeti kerime şirk dışında kalan günahların "genel bağışlanma" kapsamında olduğunu vurgulamaktadır. Fakat bu bazı insanlar içindir.

O zaman, kimin günahları bağışlanırsa, ona azab edilmez ve kimin de günahları bağışlanmazsa ona azab edilir. Sahabenin, selefin ve imamların görüşü budur. Ki onlar kesin bir dille "bu ümmetin bazı günahkarlarının cehenneme gireceklerini ve bazılarının da günahlarının bağışlanacağını" söylemişlerdir.

Fakat bu bir muvazene ve hikmet'in gereği midir yoksa burada muvazene itibare alınmamış mıdır?

Bu hususta ehl-i sünnet müntesiplerinin bizim arkadaşlarımızdan ve diğerlerinden Efal-i ilahiye'nin aslına binaen iki ayrı görüş nakledilmiştir. Burada hikmet ve adalet itibare alınmış mıdır?

Aynı şekilde, ceza meselesinde de, varid olan birçok nass, dengeye delalet etmektedir, ki konuyu bir başka yerde açıkladım.

Burada:

"Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!" Kavlinden asıl maksat: insanları Allah'ın rahmetinden ümit kesmekten men etmektir.

Günahları ne kadar çok ve büyük olursa olsun insan Allah'ın rahmetinden ümit kesmemeli ve diğer insanları Allah'ın rahmetinden ümit kestirmemelidir.

Seleften bazıları şöyle dediler:

"Fakih o dur ki, insanları Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmesin ve bununla beraber onları günaha teşvik etmesin."

İnsanlar Allah'ın rahmetinden tevbe ettiği zaman tevbesinin kabul edilmeyeceği ve nefsinin tevbeye yanaşmayacağını zannederek ümit keserler. Şeytan ve nefsi, kişiye musallat olarak, onu tevbeden uzaklaştırmaya çalışır. Birçok insanın durumu böyledir. Velhasıl insanlar bazen o, bazen de bu sebeple ümitsizlik girdabına düşerler.

Birinci nedene örnek:

"99 kişiyi, katleden bir katilin abid bir şahsa gelerek, tevbesinin mümkün olup olmadığını sorması ve aldığı olumsuz cevap üzerine o abidi de Öldürerek, katlettiği kişilerin sayısını yüze tamamlaması ve daha sonra başka bir alime giderek tevbesinin mümkün olup olmadığını sorması, o alimin de, bunun mümkün olduğunu söylereyek o'nu tevbeye yöneltmesi gibi." Hadis Sahiheyn'de variddir. (Buhari 4/149'da ve Müslim 3/2118'de Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiler.)

İkinci nedene örnek:

Tevbe için birçok şartlar öne sürüp de insanlara veya nefsine tevbeyi zorlaştıran insan gibi.

İnsanlar olmayacağı bir durumun olup olamayacağını tartışmışlardır.

Ehl-i sünnet ve Cumhurun da benimsediği doğru görüş şudur:

Tevbe etmek isteyen için, her günahtan tevbe etmek mümkün olduğu gibi Allah (c.c.)'ın bu günahları bağışlaması da mümkündür.

Adam öldürenin tevbesi kabul edilmez diyenler olmuşsa da, doğrusu, adam öldüren de dahil herkesin tevbesi, tevbe ettiği taktirde kabul olunur.

Aynı şekilde, gasbedilmiş araziden, gasba son vermek ve onu sahibine devretmek niyetiyle çıkmak, yasaklanmış veya haram bir davranış değildir. Bilakis fukaha, bir yeri gasb edenin kişinin, orayı boşaltıp, sahibine teslim etmesi istenildiği zaman, onun ailesini ve mallarını oradan çıkararak, o yeri boşaltması gerektiği görüşündedirler.

Gasb eden kişi bunu yaparken, yani orayı boşaltırken her ne kadar bu hareketiyle, başkasının malı üzerinde bir tasarrufda bulunuyorsa da, bu oranın boşaltılması için gerekli bir durumdur.

Hareme giren bir müşrik oradan çıkarılır. Tabi o müşrik Harem'den çıkarılırken yine ancak yürüyerek çıkacaktır.

Aynen sıhhati konusunda müttefik olunan bevlini mescid'e yapan bedevinin hadisinde böyledir. İnsanlar o bedeviyi kovmak için ayaklandıklarında Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)

"Bırakın işini tamamlasın" buyurdu ve sonra da bevl yerini bir kova su ile temizlenmesini emretti.

(Bu hadis Enes b. Malik ve Ebu Hureyre tarafından birbirine yakın lafızları ile rivayet edildi. Buhari - Kitabul Vudu 1/61, Müslim - kitabul Tahare 1/236, Ahmed - Müsned 2/239, Darimi - Sünen kitabul Vudu 1/189, Ebu Davud - Sünen Kiabut Tahare 1/263, İbn Mace Sünen Kitabu't Tahare 1/175)

Çünkü o bedevinin bevlini tamamlaması, kovulurken bevlini üstüne başına ve mesciden diğer yerlerine bulaştırarak, her tarafı necis etmesinden daha hayırlıdır.

Eğer adamın biri bir kadınla zina etse ve zekerini kadının fercinden çekmeden önce pişman olup tevbe etse, sonra zekerini çekse, bu adam zekerini çekti diye günahkar olmaz. Çekme, cinsel birleşme midir?

Bu konuda Ahmed'den iki ayrı rivayet vardır. Aynı şekilde ramazan ayında eşiyle cinsel ilişkide bulunan kişinin fecir vakti girdiği anda, zekerini çekmesi konusunda da Ahmed (b. Hanbel) ve diğerlerinin mezheplerinde iki ayrı kavl vardır.

(Bu durumda kişinin orucunun sahih olup olmaması konusunda fakihler ihtilaf etti. İbn Kudame Muğni'de (3/63) şöyle dedi.

Kişi cinsel ilişki halinde iken fecir doğar doğmaz, zekerini çekçe ne olur.

Bu konuda İbn Hamid el-kadi şöyle dedi. Kişinin kaza ve kefaret vermesi gerekir, çünkü çekme de lezzet hasıl eden bir cimadır, dedi.

Ebu Haf da şöyle dedi. Bu durumu da kişiye ne kaza ne de kefaret gerekir. Ebu Hanife ve Şafii de bu görüştedirler. Çünkü, nez'yani çekme, cimayı bitirmektir. Dolayısıyla cima ile ayrı müteaala edilmesi gerekir. Aynı kişinin bulunduğu yere girmeyeceğine dair yemin etmesi, ve yeminine mütakip oradan çıkması gibi.

Malik de şöyle dedi: Orucu batıl olur ancak kefaret gerekmez.")

Aynı şeklide, kişi eşiyle cinsel ilişkiye girmemek hususunda üç talak ile yemin ettikten sonra, cinsel ilişkiye girse üç talak vaki olur mu, olmaz mı?

Cinsel ilişkiye girdiği taktirde üç talak vaki olur diyenler, adamın eşiyle cinsel ilişkiye girmesinin caiz olup olmadığı konusunda iki ayrı görüşe ayrıldılar. Ahmed'den bu iki görüş rivayet edilmiştir.

Birinci görüş: Şafi'nin413 de benimsediği bu görüşe göre cinsel ilişki caizdir.

İkinci görüş: Malik'in414 de benimsediği görüşe göre cinsel ilişki caiz değildir.

(Muhammed b. İdris eş- Şafii. Ebu Abdillah dört büyük fıkıh, imamından biri. Muhtelif konularda eserleri vardır. Bunlardan en meşhurları "el-ümm", "Ahkamu'l Kur'an" ve "er-risale" dir. 204 yılında vefat etti.)

(Malik b. Enes b. Malik. Dört imamdan biri ve Medine imamı. İbn Uyeyne şöyle dedi: "Malik Hicaz ehlinin en alimi ve zamanının hüccetidir". İmam Ahmed b. Hanbel ise şöyle dedi: "Malik hadis ve fıkıh'da imamdır" Kendisi Tabi-i Taiindendir. Muvatta'sı meşhurdu. 179 yılında vefat etti.)

Malik şöyle diyor:

Cinsel ilişki caiz olsaydı, çekme halinde de onunla olması gerekirdi ki bu haramdır. Çekme, zaruret içindir, yoksa başlamak için değil. Dolayısıyla çekme haram değildir.

Ancak bizim tercih ettiğimiz görüşe göre; kişi bunlardan hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Yemin eden kişi, yeminin kefaretini yerine getirerek, üç talaktan kurtulmuş olur. Ayrıca fecir vakti girer girmez insanların yeme, içme ve cinsel münasebete son vermeleri durumunda, üzerlerine hiç bir şey gerekmez ve oralarını eda etmiş olurlar.

Çünkü Cenab-ı Hakk:

"Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar" (Bakara: 2/187) buyurmaktadır.

Vel hasılı, kimsenin Allah'ın rahmetinden ümit kesmesi veya kestirmesi caiz değildir. Cenab-ı Hakk, kullarını bundan men etti ve tüm günahlarını bağışlayacağını bildirdi.

Eğer denilse ki:

"Allah bütün günahları bağışlar" ifadesi genel bir haberdir ve bu ifade Allah'ın tüm günahları affedeceğini göstermektedir. Tevatür ve Kuran ile sahihtir ki, Allah nice toplumları günahları yüzünden helak etti. Bu ümmetten de insanlar günahları yüzünden, daha ahirette kalmadan dünyada cezalandırılmaktadırlar.

Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu:

"Kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür" (Nisa: 4/123)

"Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür" (Zelzele: 99/778)

Tüm bu gerçekler, bu ayeti kerimenin zahiri, görünür anlamında olmadığını gösterir. Allah'ın bütün günahları bağışlamasından murad: Allah bunu yapabilir veya tevbe edenleri bağışlar, demektir.

Bu soruya şöyle cevap verildi:

O halde ayeti kerime niçin kesin bir ifade kulanmaktadır?

Niçin tereddüd ve takyid yerine mutlak ifade kullanılmaktadır?

Yukarıdaki görüş doğru değildir ve ayeti kerime zahir anlamı üzerinedir.

Cenab-ı Hakk "her günahkarı" değil "her günahı" affedeceğini haber verdi. Hatta Kur'an'ı Kerimin bir başka yerinde kafir olarak ölenleri bağışlamayacağını bildirdi:

"İnkar edip Allah yolundan alıkoyanları ve sonra da kafir olarak ölenleri Allah asla bağışlamaz." (Muhammed: 47/34)

Münafıklar hakkında da şöyle buyurdu:

"Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları katiyen bağışlamayacaktır." (Munafikun: 63/6)

Fakat günah konusundaki bu umumi ifade, mutlak olarak günahkarlar içindir. Günahkarlar için olumlu veya olumsuz bir şey söylenilmemiştir. Allah onları bağışlayabilir de bağışlamaz da.

Eğer kul bağışlamayı gerektirecek davranış sergilerse bağışlar, isyanda ısrar ederse de bağışlamaz.

Günah türlerini ise Cenabı Hakk cümleten bağışlar. Günahın türü ister küfür, ister şirk isterse de başkası olsun. Tevbe edenin günahını bağışlar. Allah'ın bağışlamayacağı hiçbir günah yoktur. Hangi günah olursa olsun Cenabı Hakk onu cümleten bağışlar.

Bu ayeti kerime kullar için büyük yararlar ihtiva eden en büyük ayeti kerimelerden biridir. Ayeti kerime aynı zamanda yanlış mezheb ve görüşü de red etmektedir. Ve yine Bidate çağıranların günahı bağışlanmaz diyenlerin de görüşlerini reddetmektedir. Bunlar bu görüşlerine israili bir hadisten delil getirmektedirler ki bu hadiste "Bu bidatçi kimseye saptırdıklarının günahı ne olacak?" denilmektedir.

(Bu rivayeti Gazali, ihyau Ulumüd Din (4/35) de zikretmiştir. Rivayete göre insanları bidat ile saptıran bir alim, daha sonra tevbe eder ve bundan sonra islah için çalışır. Allah o dönemin peygamberine vahyederek söz konusu alime şöyle demesini buyurur:

"Eğer günahın benim ile senin aranda kalsa idi onları bağışlardım Fakat kullarımdan saptırıp da cehenneme gönderdiğin kimseler için nasıl olacak?"

Hafız el-ıraki, bu rivayet hakkında sukut etmiş ve herhangi bir talik'de bulunmamıştır.)

Bu görüşü, sünnet ve hadis'e nisbet edildikleri halde gerçekten sünnet ve hadisten hiçbir şey anlamayan Ebu Ali el-Ehvazi ve benzeri adamlar dile getirmektedirler. Bu adamlar alim değildirler. Çünkü sahih hadis ile mevzu hadisi birbirinden ayırt etmeye, bunlardan hüccet olup olmayanı belirlemeye yetecek ilimleri yoktur. Duydukları her şeyi hadis diye nakletmekten başka bir marifetleri yoktur.

(Ebu Ali el- Hasan. Ali el-Ehvazi. Döneminin Şam kıraat alimi. Hadis ile de meşgul olmuştu. Zehebi şöyle demiştir: Sıfatlar konusunda bir eser yazmıştırki, yazmasaydı daha iyi olurdu. Çünkü kitabını uydurma ve saçma rivayetlerle doldurmuştur. 447 yılında vefat etti.)

Bu adamlar Ahmed'den de benzeri bir rivayet uydurmuşlardır. Fakat gerçek şudur ki:

İmam Ahmed'de müslümanların diğer, imamları ile aynı görüştedir ve doğru olan bu görüşe göre Cenab-ı Hakk, her tevbeyi kabul ettiği gibi, küfür ve bidate çağıranların, insanları dinde fitneye sokanların tevbelerini de kabul eder.

Kureyş müşriklerinin Ebu Süfyan, Haris b. Hişam,417 Süheyl İbn Amr,418 Safvan b. Ümeyye419 İkrime b. Ebu Cehl420 ve daha başka diğer önemil liderleri yıllarca küfüre liderlik edip, İslam'a karşı savaştıktan sonra, tevbe ederek, İslama girmişler ve güzel Müslümanlar olmuşlardır. Cenabı (Hakk şöyle buyurarak onların geçmiş günahlarını bağışlamıştır:

"İnkar edenlere, eğer vazgeçerlerse, geçmiş (günahlarının) bağışlanacağını söyle" (Enfal: 8/38)                     

Aynı şeklide Amr b. As,421 müslüman olmadan önce müslümanların en şedid düşmanı ve müşriklerin küfre çağıran en büyük lideri idi. Müslüman olduğu zaman Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o'na şöyle dedi:

"Ey Amr, İslam'ın daha önceki günahları giderdiğini bilmiyormusun?" (Müslim Kitabul iman 1/112)

(Haris b. Hişam b. Muğeyre. Ebu Cehl'in kardeşidir. Fetih günü Müslüman oldu ve İslam'ını güzeleştirdi. Cahiliye döneminde olduğu gibi, İslam'da da şerefli ve saygıdeğer bir liderdi. Ömer döneminde cihad niyetiyle Şam'a göç ederek, şehid oluncaya kadar orada kaldı.)

(Süheyl b. Amr b. Abdi Şems. Kureyş'in hatibi, fasihi en şereflilerinden idi. Mekke'nin fethi günü Müslüman oldu ve İslam'ını güzelleştirdi. Müslüman olduktan sonra adamlarıyla beraber cihad için Şam'a çıktı. Gündüzlerini oruç, gecelerini de ibadet ile geçirirdi. Kur'an'ı her dinleyişinde ağlar idi. H. 18 yılında vefat etti.)

(Safvan b. Ümeyye b. Halef. Fetih'den sonra müslüman oldu. Bazı hadisler rivayet etmiştir. Müslümanlığını güzel yaptı. Yermük savaşına katıldı. Cahiliye ve İslam döneminde Kureyş'in en ileri gelenlerinden idi. H. 41 yılında vefat etti.)

(İkrime b. Ebu Cehl Amr b. Hişam b. Muğeyre. Şerif, Reis ve Şehid. Babası Ebu Cehl öldükten sonra Mahzumaoğullarının reisliği İkrime'ye geçti. Sonra Fetih yılı müslüman oldu. Ve müslümanlığını güzel yaptı. H. 15 yılında Yermük savaşında veya yine o yıl meydana gelen Ecnadın vakasında şehid edildi.)

(Amr b. As b. Vail b. Abdullah Zekası, dehası ve kurnazlığı ile meşhurdur. H. 8 yılda Müslüman oldu. ve 43 yılında vefat etti.)

"Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine hangisi daha yakın olacak diye vesile ararlar; O'nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa değer." (İsra: 17/57)

Ayeti kerimesi ile ilgili Buhari, İbn Mesud'dan şu hadisi rivayet etti:

"İnsanlardan bazıları, bazı cinlere tapıyorlardı. Kendilerine tapınan o cinler daha sonra müslüman olmalarına rağmen insanlar onlara tapmaya devam ettiler." (Buhari, Tefsirul Kuran 5/227, Müslim, kitabut Tefsir, 3/2321)

Bu hadis, cinler müslüman olduktan sonra, başkalarının onlara tapmalarının cinlere bir zararı olmadığını gösterir. Her ne kadar ilk önce, bu sapkınlığı onlar çıkarmış olsalar da.

Aynı şekilde küfür ve bidate çağıran kimseler kendi günahlarını ve onlara tabi olanların günahlarını yüklenirler. Onlara tabi olanlar da kendi günahlarını yüklenirler. Fakat daha sonra bu küfür ve bidate çağıran kimseler tevbe edip, yaptıklarından dönerlerse, hem kendi günahlarından, hem de kendilerine tabi olanların günahlarından kurtulmuş olurlar.

Tevbeleri, içinde bulundukları sapıklıktan hidayete dönmek ile olur. Her dönemde nice küfür ve bidat davetçileri tevbe ederek İslam ve sünet davetçileri olmuşlardır. Mesela Firavundun sihirbazları, sihir yapmaları ve onu başkalarına öğretmeleri bakımından küfür imamları iken, tevbe ederek akibetlerini hayra çevirdiler.

Aynı şekilde taammüden bir müslümanı öldüren kimsenin tevbesi de cumhura göre makbuldür. İbn Abbas ise makbul değildir dedi.

("Kim teammüden bir mümini öldürürse onun cezası cehennemdir" ayeti kerimesi ile ilgili Buhari Sahihinde kitabut Tefsir (5/182) de Said b. Cübeyr'den şöyle rivayet etti:

"bu ayet konusunda kufelilerin ihtilaf etmeleri üzerine, İbn Abbas'a giderek, o'na sordu. İbn Abbas, bu ayetin, Kur'an'ın en son indirilen ayetlerinden biri olduğunu ve kesinlikle nesh edilmediğini bildirdi".

Bu hadisi Nesai de Tefsirinde 1/397 rivayet etti. İbn Abbas'dan aynı görüşü daha başka bir çok kimse de sahih isnatlarla rivayet etmişlerdir. Fakat Beğavi Mealimut Tenzil (1/465)'de şöyle dedi:

"Ehli sünnetin de içinde bulunduğu çoğunluğun görüşü, bir müslümanı teammüden öldürenin tevbesinin makbul olduğu görüşüdür. Çünkü cenabı Hakk şöyle buyurmuştur:

"Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağışlarım" (Taha: 20/82)

"Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışalamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar." (Nisa: 4/48)

İbn Abbas'ın görüşü ise: Adam öldürmekten kaçındırma cihetiyle teşdid ve mübalağa cihetiyledir"

Tevbe ettiği zaman Beğavi'nin dediği gibi ki cumhur'un görüşü budur. Katil tevbe ettiği zaman Allah onun bu günahını bağışlar. Çünkü tevbe ayetinin hükmü umumidir.)

Bu konuda Ahmed'den iki ayrı rivayet vardır.

(Bu görüşleri mesailul Fıkhiye (2/247)'de Kadı Ebu Yala zikretti ve birinci görüşün, yani katilin tevbesinin makbul olduğu görüşünün sahih olduğunu söyledi.)

Sahiheyn'de geçen yüz kişiyi öldüren katil'in hikayesi katilin tevbesinin makbul olduğuna delildir. Bu ayet de buna delalet etmektedir.

Nisa suresinin ayeti ise, diğer vaidler gibi, tevbe etmeyen katilleri tehdid içermektedir. Kuran'da başka tehdid ayetleri de bulunmaktadır.

(Nisa suresi, 93 ayet şöyledir: "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazapetmiş, ona lanet etmiş ve onun için büyük bîr azap hazırlamıştır.")

Cenabı Hakk bir ayetinde şöyle buyurdu:

"Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir." (Nisa: 4/10)

Kur'an daki vaid ve tehdidler, insanların ittifakıyla, tevbe edilmemesi halinde geçerlidir. Tevbe'den sonra bu vaidler tevbe eden için geçerli değildir.

Fakat şöyle denilebilir:

Haksız yere öldürülen mazlumun hakkı tevbe edenden sakıt olmaz. Bu bakımdan katilin tevbesi makbul omayabilir. Çünkü tevbe sadece cenabı Hakkın hakkını sakıt eder. Maktul, kendi hakkını talep edebilir.

Evet bu doğrudur ve insan hukukunu ilgilendiren her şeyde geçerlidir. Borç dahi öyledir. Sahiheyn'de gelen bir hadiste peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Borç hariç Şehidin her şeyi bağışlanır."  

(Müslim - kitabul iman 2/150, Malik, muvatta, kitabul cihad 2-461, Ahmed, müsned - S 4- 308-330, Tirmizi, sünen, Kitabul Fedailul cihad 4/175, Nesai kitabul cihad 6/33.)

Kul hakkı ise, zulmedenin iyiliklerinden ödenir.

Tevbe'nin tamam olmasının gereklerinden biri de tevbe edenin, iyiliklerini, salih amelleri çoğaltmasıdır.

İbn Abbas adam öldürmenin küfürden sonra en büyük günah olduğunu ve katilin maktulun hakkını edaya mukabil olacak hiçbir iyiliğin bulunmadığını düşünmüş olabilir. Dolayısıyla kişi ahirette zulmen öldürdüğü maktulun hakkını ödeyemediğinden ceza çekmeye devam edecektir ki bu bazı insanlar için vaki olabilir.

Tevbe edip, salih ameller işleyen kişi, mazlumun hakkını edaya mukabil hasenet işlemekten aciz kalacağı ve böylece mazlumun günahlarını yüklenip yüklenmeyeceği konusu hassas bir meseledir ve İbn Abbas'ın hadisi de buna hamledilmektedir. Fakat bu husus dahi "Allah'ın şirk, katl, zina dahil her günahı affedeceği" yönündeki ayetin zahirine münafi değildir. Ayet tüm günahlar için ve tüm şahıslar için mutlaktır.

Bunun benzeri şu ayeti kerime'dir:

"Müşrikleri bulduğunuz yerde Öldürün" (Tevbe: 9/5)

Ayet tüm şahıslar için ve tüm durumlar için mutlaktır.

Şu ilahi kavl de aynı şekildedir:

"Başlarınızı meshedip, (ve) topuklarınıza kadar ayaklarınızı mesh edin (yıkayın)" (Maide: 5/6)

Ayet ayaklar için de mutlaktır fakat ayakların halleri için mutlaktır. Çünkü bazen zahir olabileceği gibi, bazen de ayakkabılar ile örtülmüş olabilir. Ayetin lafzı, ahvale (durumlara) değinmemektedir.

Aynı şekilde şu kavli ilahi:

"Allah çocuklarınız hakkında size vasiyet eder (emreder)" (Nisa: 4/11)

Bu ifade de tüm çocuklar için âmm, ve ahval için mutlaktır. Çünkü çocuk ana babanın dini üzerine olabilir veya olmayabilir, hür veya köle olabilir. Ayetin lafzı bu husularda bir açıklama getirmemiştir.

"Günahları bağışlar" (Zümer: 39/53)

Kavl-i ilahisi de aynı şekilde, tüm günahlar için umumi, ve hâller için mutlaktır.

Günah sahibi o günahından tevbe etmiş veya etmemiş olabilir. Ayetin lafzı bu konuda herhangi bir açıklama getirmemektedir. Bilakis ayetin lafzı, her halükarda günahın bağışlanacağını beyan etmektedir.

Cenab-ı Hakk günahları bağışlatan davranışlar işlenilmesini ve kıyamet gününde bağışlanmaksızın azabı gerektirecek davranışlardan kaçınılmasını emrederek şöyle buyurdu:

"Size azap gelip çatmadan önce Rabinize dönün, o'na teslim olun, sonra size yardım edilmez.

"Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azap gelmezden önce, rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tabi olun."

"Kişinin "Allah'a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim!" diyeceği günden sakının."

"Veya, "Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden (sakınanlardan) olurdum" diyeceği, yahut azabı gördüğünde "keşke benim için (dönüş) imkanı bulunsa da ihsan edenlerden, iyilerden olsam!" diyeceği günden sakının."

"Evet, ayetlerim sana gelmişti de sen onları yalanlamış, kibirlenmeye, büyüklüğe kalkışmış ve kâfirlerden, inkarcılardan olmuştun." (Zümer: 39/54-59)

Bu Cenab-ı hakk'ın imtihanıdır ki kıyamet gününde bazılarını bağışlamayacak ve onlara azap edecektir. Ayetlerini yalanlayan, tevbeden yüz çevirenler, ve kendilerini kurtaracak hiçbir salih amel işlemeyenler bu akibete maruz kalacaklardır.

Fakat aynı günahları işleyen insanlardan diğerleri ise, tevbe etmeleri, Allah'a yönelmeleri ve salih ameller işlemeleri nedeniyle bağışlanacaklardır.

Eğer denilse ki Cenab-ı Hakk Kur'an'ın bir başka yerinde şöyle buyurdu:

"İnandıktan sona kafirliğe saplanıp sonra inkarcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler" (Al-i imran: 3/90)

Ve bir başka ayette de şöyle buyuruldu:

"İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip inkar edenleri sonra da inkarlarını artıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir." (Nisa: 4/137)

Bu itiraza şöyle cevap verilir:

Kur'an başka bir yerde "irtidad" etse bile kafirin tevbesini beyan etmiştir:

"İman ettikten, (kendilerine gelen) rasulün hak olduğuna şehadet ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkar eden bir millete Allah nasıl hidayet nasip eder? Şüphesiz ki Allah zalim bir kavme hidayet etmez (doğru yola iletmez)."

"İşte bu kimselerin cezası; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğramalarıdır."

"Orada temelli kalacaklardır. Onlardan azab hafifletilmeyecek ve onlar bekletilmeyeceklerdir."

"Ancak bu (küfürleri)ndan sonra tevbe edenler ve düzelenler müstesnadır. şüphesiz ki Allah Gafur' dur, Rahim'dir." (Al-i imran: 3/86-89)

"Allah nasıl hidayet nasip eder?" kavli:

"Allah, mürted ve zalim olanları bu halleriyle nasıl hidayet eder demektir."

Bu nedenle: "Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" buyurdu.

İslam dininden dönen, sapıklığa dönmüştür. Dolayısıyla onun bu sapıklığı bırakmadıkça doğru yola dönmesi mümkün değildir.

Ayet tevbe etmedikleri sürece Allah'ın kafirleri hidayet etmeyeceğini ve bağışlamayacağını ilan etmektedir. Yine Kur'an'ın bir başka yerinde şöyle buyruldu:

"Kalbi iman ile mutmain olduğu halde (dinden dönmeye) zorlanan hariç, kim, îman ettikten sonra Allah'ı inkar ederse." (NahI: 16/106)

İmandan sonra, bir zorlama olmaksızın Allah'ın dinini inkar edenler "mürtedlerin" ta kendileridirler.

Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu:

"Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısıdır. Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek esirgeyendir." (Nahl: 16/110)

Cenabı Hakk, Al-i İmran suresinde mürtedleri ve sonra onlardan tevbe edenleri zikretikten sonra, tevbesi kabul edilmeyenleri ve küfür üzere ölenleri zikretti ve şöyle buyurdu:

"İnandıktan sonra kafirliğe sapıp sonra inkarcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.

Gerçekten, inkar edip kafir olarak ölenler var ya onların hiçbirinden -dünya dolusu altını fidye olarak verecek olsalar dahi kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır; hiç yardımcıları da yoktur." (Al-i imran: 3/90-91)

Tevbeleri kabul edilmeyecek bu kimseler hakkında çeşitli görüşler öne sürülmüştür.

Nifaklarından dolayı ve şirkten değil de onun dışındaki günahlarından tevbe ettikleri için, denilmiştir.

Bazıları da: onların tevbeleri öldükten sonra kabul edilmez, demişlerdir.

Hasan, Süddi, Katade ve Ata el-Horasani ise: "ölüm geldiği esnada tevbeleri kabul edilmez" dediler.

(Ata b. Ebu Müslim Ebu Osman el-Horasani, Dara kutni o'nun için şöyle dedi. Bizzat sikadır. Fakat İbn Abbas'ı görmüş değildir. Yani müdellistir. 135 yılında vefat etti.)

Şu ayeti kerime de böyledir:

"İman edip sonra inkar edenleri, sona yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını arttıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir." (Nisa: 4/137)

Mücahid ve diğer bazı müfessirler "inkarlarını artıranlar" ifadesini şöyle tefsir ettiler:

"Ölünceye kadar küfür üzerine sabit kaldılar" (Taberi Tefsirinde (9/315) tahric etti.)

 

Ben (İbn Teymiyye) derim ki:

Çünkü tevbe eden kişi, küfür ve diğer günahlardan dönmüştür. Tevbe etmeyen ise küfrü üzeredir ve günbegün küfürünü artırmaktadır.

"Sonra inkarlarını artırdılar" yani, sonra inkar'da ısrar ederek, küfürlerine devam ettiler ve küfürde daim oldular demektir.

İşte bu kimselerin tevbeleri kabul edilmez yani ölüm esnasında, tüm ölümün geldiği sırada yaptıkları tevbe makbul değildir. Ölüm gelmeden Önce tevbe edenler ise, yakından tevbe etmişler ve küfürlerinden dönmüşlerdir. Onlar küfür olarak artmaz, bilakis azalırlar. Dolayısıyla yaptıkları tevbe makbuldür. Küfür ve isyan üzere ısrar edenler ise tam aksine ölüm anına kadar, küfürlerinde azalma değil, artma üzerinedirler.

Başka bir ayeti kerimede şöyle buyuruldu:

"İman edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkar edenleri, sonra da inkarlarını artıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir." (Nisa: 4/137)

Denildi ki: Çünkü "mürted" tevbe ettiği zaman küfrü bağışlanır. Bundan sonra tekrar küfre dönüp kafir olarak ölürse, imanı düşmüş olur, birinci ve ikinci küfrünün cezasını çeker.

Zira sahiheynde İbn Mesud'dan rivayet edilen hadiste şöyle geçmektedir:

Denildi ki: 

"Ya Rasulallah, Cahiliye döneminde işlediğimiz günahlarımızdan sorumlu tutulacak mıyız?"

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Kim İslamını güzel yaparsa, cahiliye döneminde işlediği günahlardan sorumlu tutulmaz. Kim de İslamını kötü yaparsa, birinci ve ikinciyle sorumlu olur." (Buhari, Kitabül istitabetül mümin, 8/49, Müslim kitabül iman 1/112.)

Yani hem cahiliye döneminde yaptıklarından, hem de İslam döneminde yaptıklarından sorumlu tutularak cezaya çarptırılır.

Eğer, imanlarından sonra, inkar edenler, sonra inkarlarını arttıranlar, Allah onları bağışlamayacaktır denilseydi, o zaman bunlarla Al-i imran süresindeki şu insanlar murad ediliyor olurdu:

"İnandıktan sonra kafirliğe sapıp sonra inkarcılıkta daha ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir" (Al-i imran: 3/90)

Bilakis burada önce iman edip sonra küfür eden ve sonra tekrar iman edenler -ki, bunlar tevbe eden mürtedlerdir- zikredildi. İşte bu kimseler tevbelerinden sonra tekrar küfre dönecekler, Allah onların geçmiş küfürlerini de affetmeyecektir.

Fakat iman edip, sonra küfredenler, sonra tekrar iman edip küfredenler ve sonra iman edip imanlarında sebat edenler bu ayetin kapsamında değillerdir.

Fakihler, irtidat edip, bunu birkaç kez tekrarlayanların tevbelerinin kabulü konusunda ihtilaf ettiler, zındıkların tevbeleri de ihtilaf konusudur. Çünkü onların tevbelerine de güvenilmemektedir.

(Zındık'ın tevbesinin kabulü konusundaki ihtilaf, haklarındaki İslam hükümlerinin uygulanıp uygulanmaması konusundadır. Fakat Allah'ın onlara tevbelerini kabul etme konusu ayrıdır.

Birkaç kez irtidat eden veya zıdıkların tevbeleri konusunda fukaha ihtilaf etmişlerdir. Safiye göre tevbeleri kabul edilir. Malik, Leys, İshak ve Ebu Hanife'den bir rivayete göre ise tevbeleri kabul edilmez.)

Ancak bu kimselerin samimi bir kalp ve tevbe ettiklerini varsayarsak o zaman şu ayetin kapsamına girerler:

"Deki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki, o çok bağışlayan, çok esirgeyendir" (Zümer: 39/53)

 

Bu konuda bizim görüşümüz şudur:

Tevbe eden, ne bu dünyada ne ahirette, ne şer'an ne takdiren azap edilmezler. Ancak, delillerin subut bulmasından sonra had ve tazir cezaları, kişinin tevbe etmesine bakmaksızın uygulanır. Çünkü bu durumda kişinin tevbesine güven olunmaz ve itibare alınmaz. Aksi takdirde zina ettiği kati delillerle sabit olan herkes, şer'i cezadan kurtulmak için, ben tevbe ettim, diyerek, kendisini cezadan kurtarınca yoluna gider.

Eğer gerçekten, samimi bir şekilde tevbe etmiş ise, Ona uygulanan şer'i ceza günahlarına kefaret olmuş olur ve o buna sabır göstererek mükafat alır. Kişinin kendisi gizli olarak işlediği günaha tevbe ettikten sonra, imama gelerek onu itiraf etmesi halinde, Ahmed'in mezhebine göre had uygulanmaz. Bu mesele Talik kitabında açıklanmıştır. Kadı çeşitli hadislerle bu görüşü teyid etmiştir.

(Kadı; Muhammed b. Hüseyn b. Muhmmed b. Halef b. Ahmet el, Ferra. Ebu Yala el Kadı 5 h.y Hanbeli ulemasınn meşhurlarından. Ahkamus sultaniye, el-kifaye, el idde gibi eserleri vardır. 458 yılında vefat etti.)

"Ben bir haddi gerektirecek bir günah işledim" diyen adama, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in had uygulamaması, hadisi buna delildir. (Bu hadisi buhari kitabül hudud 8/23, Müslim kitabut tevbe 3/218'de rivayet ettiler, Ahmed müsned 3/491, Ebu Davud Sünen - Kitabul Hudud 4/544'de rivayet ettiler.)

Hadis şöyledir:

Enes b. Malik şöyle dedi:

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanındaydım. Adamın birisi gelerek:

"Ya Rasulallah ben haddi gerektirecek bir günah işledim, bana had uygula" dedi. O sırada namaz vakti girdi. Adam da peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), ile beraber namaz kıldı. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) namazı tamamladıktan sonra adam, peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e kalkarak,

"Ya Rasulallah, ben haddi gerektirecek bir günah işledim. Allah'ın kitabını bana tatbik et", dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)

"Az önce bizimle beraber namaz kılmadın mı?" buyurdu. Adam:

"Evet," dedi. Bunun üzerine peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)

"Allah senin günahını bağışladı" buyurdu."

Ancak haddi gerektirecek günah işleyen kişi tıpkı Maiz  ve Gamidiye gibi günahlarını itiraf edip, kendilerine had uygulanması konusunda israr ederlerse o zaman, had uygulanır, aksi takdirde uygulanmaz.

Maiz için peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Onu bıraksaydınız olmaz mıydı."

(Hadis şöyledir: Maiz b. Malik peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelerek ben zina ettim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) yüzünü ondan çevirdi. Malik bu sözünü ısrarla üst üste dört kere tekrar edince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) o'nun recm edilmesini emretti. Recm esnasında, Maiz taşların acısını duyunca kaçmaya başladı. Fakat peşinden bir adam yetişerek, elindeki deve kemiğiyle vurup, onu öldürdü. Bu olay Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirilince; "Onu bıraksaydınız olmaz mıydı" diye buyurdu. Hadisi rivayet edenler Tirmizi, Sünen, Kitabul Hudud, 2/854 Tirmizi, Sünen, Kitabul Hudud 4/36, Ahmed, müsned. 5/216 Ebu Davud, Sünen, Kitabul Hudud, 4/573)

(Maiz b. Malik el-Eslemi. Sahabidir. Zina etmiş sonra pişman olarak, gelip günahını itiraf etmiştir. Bunun üzerine peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) o'na recm uygulanmasını emretti ve recm edildi.)

(Zina edip de suçunu itiraf eden Gamid'li kadının adının Sebia olduğu rivayet edilir.)

Gamidiye'yi ise tekrar tekrar geri göndermiş fakat o, kendisine had uygulanmasında ısrarcı davranmıştır.

İmam ve insanlar bu durumda had uygulamak hakları yoktur. Ancak haddi gerektirecek davranışta bulunan kişi, kendisine had uygulanmasını isterse o başka.

Kişi bir şeyi ikrar ettiği zaman kendisi aleyhine şahitlik yapmıştır. Buna binaen had uygulanırken kişinin birinci şehadetinden dönmesi makbul değildir. Bu durumda onun yalan söylemiş olması söz konusudur. Allahu A'lem.

Bu durumda kendisine had uygulanan kişinin Allah katında dereceleri yükselir. Zira peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Gamidiye için şöyle buyurdu:

"O Öyle bir tevbe etti ki, hilekar öşürcü bu tevbeyi yapsa Allah onu bile affeder." (Müslim Hudud: 23)

Maiz hakkında, onun itirafından geri döndüğü söylendi.

Bu Ahmed'in ve diğerlerinin mezheblerinin İki görüşünden biridir. Fakat bu zayıf bir görüştür. Doğru olan birinci görüştür. Bunlar haddin, Maiz'in ikrardan dönmesi nedeniyle düştüğünü söylediler ki o'nun ikrardan dönmesinin makbul olduğunu iddia ettiler. Fakat bu görüş zayıftır. Bilakis haddin tevbe ile düşmesi, ikrardan dönmek ile düşmesinden daha evladır.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol