Kur'an ve Sünnet
   
 
  Hayır ve Şerri Yaratanın Allah Olduğu Meselesi

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Hayır ve Şerri Yaratanın Allah Olduğu Meselesi

 

Bu fasıl, Rabbin adaleti, ihsanı ve hayrın onun elinde olduğunu açıklamaktadır. Şer ise O'na nisbet edilemez.

(Müslim'in Kitabu's-salat (1/534-536) da rivayet ettiği Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in uzun duasının bir yerinde "Hayrın tamamı senin elindedir, şer ise sana değildir." buyrulmuştur.)

Hak Teala olanca adaletiyle beraber kullarına bir annenin çocuğuna olan merhametinden daha çok merhametlidir.

(Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir müddet ayrı kaldığı çocuğunu bağrına basan bir annenin bu durumunu sahabelere gösterdikten sonra şöyle buyurdu:

"Allah kullarına bu kadının çocuğuna merhametinden daha çok merhametlidir." Buharı Kitabu'l-edeb: 7/75)

O (c.c.), yarattığı her şeyde adildir ve her şeyi yerli yerine koyandır. O, zulmetmeye kadir olmasına rağmen zulümden münezzehtir. Zulüm işlemez. Çünkü o, kötülükten beri olan Selam ve Kuddüs'tür. O, göklerde ve yerdekilerin kendisini tesbih ettikleri Subbuh ve Kuddüs'tür.

Meymun b. Mehran'ın dediği gibi "Subhanallah", Rabbin yüceltildiği ve kötülüklerden beri tutulduğu bir kelimedir.

(Meymun b. Mehran: Arab yarımadasının alim ve müftüsü. Tabiinin alim, zahid, abid ve imamlarındandır. 117 yılında vefat etti.)

İbn Abbas ve başkaları da bu kelime için:

"O, Allah'ı kötülükten tenzih etme kelimesidir" dediler.

Cenab-ı Hakk'ın "mütekebbir" ismi ile ilgili olarak Katade:

"O Allah ki, kötülüklerden büyüktür" dedi. Hakk teala çirkin şeyler yapmaktan münezzehtir. Allah herşeyi yaratmış olmasına rağmen, kötü ve çirkin şeyleri yapmaz.

Kul, menedildiği şeyi yaptığı zaman kötülük, zulüm, çirkin ve şerli bir iş yapmış olur. Allah onu bu işin faili kılmıştır. Allah'ın bu işi adalet, hikmet ve doğru karardır.

Allah herşeyi yerine koymuş ve o kula layık olduğu şeyi yaratmıştır.

Bu iş, Allah için adalet, hikmet ve doğru karar olduğu gibi, yaratılmışlar için ayıp, günah ve zulümdür. Duvar ören ustanın eğri tahta, adi taşları ve eksik kerpiçleri alıp, bunları uygun yerlere koyması yadırganamaz. Usta böyle yapmakla adalet, istikamet, doğruluk ve övgüye değer bir davranış sergilemiştir. Çünkü çirkin şeyleri alıp, onları uygun yerlere koymak hikmet ve adaletin gereğidir. Zulüm ise bu şeyleri layık olmadıkları yere koymaktır.

Sarığı başına, papuçları da ayağına koyan kişi her şeyi yerli yerine koymuştur. Bu kişi papuçları ayağına koymakla zulmetmiş değildir. Çünkü onun uygun yeri orasıdır. Hakk teala herşeyi mutlaka kendi yerine koyar. O mutlak adildir. Sadece hayır işler. O mutlak muhsin, mutlak cömert ve mutlak merhametlidir.

Yaratma, yönetme ve emretme O'na mahsustur. Ve O sadece hayır olanı emreder.

Maslahatın tahsilini ve kemalini, zararlı şeylerin ise defini ve azaltılmasını emreder.

İki emir çakıştığında ise, onlardan en iyi ve faydalı olanı tercih edilir.

Şeriatte hiç bir emir olmasın ki, onun yerine getirilmesi, yokluğundan daha hayırlıdır ve hiçbir yasak yoktur ki, onun işlenilmesi varlığından daha hayırlı olmasın.

Cenab-ı Hakk'ın tüm emirleri kullarının yararına ve tüm yasakları da kullarının zararınadır.

Dolayısıyla kullarına Rablerinin kendilerine indirdiklerinin en güzeline tabi olmalarını emretmiştir ki, burada güzel olan şeyler emrolunan hususlardır.

(Cenab-ı Hak Zümer suresinin 55. ayetinde şöyle buyurdu:

"Kendiniz farkında olmayarak, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline tabi olun.")

Varlığı yokluğuna göre şer olan hiçbir şey Allah'a nisbet edilemez. Çünkü bu şey yokluğa müstehaktır. Allah o şeyi dilemez ve yaratmaz. Dolayısıyla madum, faile izafe edilmez ve O'ndan değildir. Fakat hayır O'nun elindedir.

Hayır ve şer derece derece olduğu gibi, tüm mahlukat Allah katında derece derecedir. Bu nedenle Cenab-ı hak cennet ve cehennem ehlini zikrederken şöyle buyurdu:

"Herkesin yaptıkları işlere göre birtakım dereceleri vardır." (En'am: 6/132)

"Allah katında derece derecedirler." (Al-i İmran: 3/163)

Abdurrahman b. Zeyd b Eşlem663 şöyle dedi:

"Cennet dereceleri yukarı doğru yükselir, cehennem dereceleri ise aşağı doğru iner."

(Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem. Üsame'nin kardeşi, Kur'an ve tefsir alimi. Takrib'de O'nun zayıf olduğu söylenildi. 182 yılında vefat etti.)

Cennet derecelerinin tamamı muhtelif derecelerdeki nimetlerden oluşurken, cehennem dereceleri ise, değişik tonlardaki azaplardan oluşur.

Cenab-ı Hak birşey yapmışsa, onun yapılması yapılmamasından hayırlı olduğu içindir.

Allah hayır ve şerrin yaratıcısıdır, derken şerrin başkası tarafından olması murad edilir. Bu şerr de bazı insanlar için birtakım eziyetler bulunmasına rağmen yaratılmasında çeşitli hikmetler vardır.

Dolayısıyla matlub ve mahbub bir hikmet için yaratılan şeyin varlığı yokluğundan daha hayırlıdır. Yoksa Cenab-ı Hakk, varlığı yokluğundan daha hayırlı olan bir şerri yaratmaz. O, belki başkasından olan ve matlub bir hikmet gereğince başkası ondan daha hayırlı olan bir şerri yarattı.

Allah (c.c.) hiç kimseyi günahı olmaksızın cezalandırmaz. Günah sahibinin günahı yüzünden cezalandırılması ise hikmet ve adaletinin gereğidir. Ve bunda hikmet ve merhamet vardır.

Mü'minlerin dünyada günahları yüzünden karşılaştıkları bazı musibetler bu kabildendir ve bunda düşünenler için çeşitli hikmetler vardır.

İnsan sahib olduğu nimeti ancak kendisini değiştirip, günah ve isyana düşmesi yüzünden kaybeder. Kötülükle, ancak kötülük işleyenler cezalandırılırlar.

Başa gelen musibet ve belaların nedeni işlenen günahlardır. Allah-u teala'nın peygamberlere isyan eden milletlere gönderdiği bela ve musibetler de bu kabildendir.  Bu hususta Kur'an'da şöyle buyruldu:

"(Bunların gidişi) tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibidir. (Onlar da) Allah'ın ayetlerini inkar etmişlerdi de Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı. Çünkü Allah güçlüdür, O'nun cezası şiddetlidir.

Bu azabın sebebi de şudur: Bir millet kendilerinde bulunanı değiştirinceye kadar Allah onlara verdiği nimeti değiştirecek değildir ve gerçekten Allah çok iyi işiten, pekiyi bilendir.

(Bunların durumu) da Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibidir. (Onlar) Rablerinin ayetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından ötürü helak etmiştik ve Firavun ailesini boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler." (Enfal: 8/52 -54)

İlk ayet ölümlerinden sonraki azaplarına işaret etmektedir. Aynı şekilde şöyle buyruldu:

"Melekler o kafirlerin yüzlerine ve arkalarına vurarak ve tadın cehennem azabını (diyerek) canlarını alırken onları bir görseydin!

İşte bu, ellerinizin yapıp ileri sunduğu işler yüzündendir, yoksa Allah kullara zulmedici değildir." (Enfal: 8/50-51)

Cenab-ı Hak böyle buyurduktan sonra:

"(Bunların gidişi) tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibidir. (Onlar da) Allah'ın ayetlerini inkar etmişlerdi de Allah onları günahları sebebiyle yakalamıştı..." ifadesi, onların ölümlerinden sonra azaba varacaklarını göstermektedir.

"Helak" kelimesi, onların dünyada helak edilmeleri ve sahip bulundukları nimetlerden mahrum olmalarını gerektirmektedir.

Ayeti kerimelerde hem nimetin zevali ile helak, hem de şiddetli azap ile yakalamak zikredilmiştir.

Ki "muaheze" kelimesi "ahz" yakalamak, almak'tan türetilmiştir. Bu kelime Kur'an'da birçok yerde geçmektedir.

" رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا  Rabbena la tuahizna: Rabbimiz bizi hesaba çekme" (Bakara: 2/286)

" إِنَّ أَخْذَهأَلِيمٌ شَدِيدٌ İnne ahzehu elimun şedid: Muhakkak ki onun yakalaması acıklı ve çetindir." (Hud: 11/102)

Bunun benzeri şu kavli ilahidir:

" إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ İnne batşe Rabbike leşedid: Şüphesiz Rabbinin yakalaması şediddir." (Buruc: 85/12)

Ve yine şöyle buyruldu:

"Andolsun ki senden önceki ümmetlere elçiler gönderdik... (inkarlarından dönüp bize) boyun eğsinler diye, onları yakalayıp darlık ve çeşitli hastalıklarla cezalandırdık." (En'am: 6/42)

"Andolsun, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru ve niyazda da bulunmadılar." (Mü'minun: 23/76)

Cenab-ı hak onları tevbe etmeleri ve kendisine yönelmeleri için sıkıntıya düşürmüştür. Bundan sonra da onların kalplerinin katılığı ve Allah'a yönelmeye engel olan günahları zikredilmiştir. Ayrıca iki yerde Allah'ın onları günahları ile değil, azab ile ahzettiği zikredilmiştir ki -Allah'u a'lem- bu ifade Allah'ın onları kendisine yönelmeleri için sıkıntıya soktuğu anlamına delalet eder. "Günahları yüzünden onları ahzetti" denilseydi, bu Allah'ın onları helak ettiği ve helak ile "ahzettiği" anlamına gelirdi.

Ebu'ş-şeyh el-Esbahani'nin6M "El-Azme" kitabında rivayet ettiğine ve İbni Cevzi'nin Tefsir'inde İbn Ebi'd-Dün-ya'nın kitabından naklettiğine göre, İbn Ebi'd-Dünya665 "el-Matar" isimli kitabında şöyle dedi:

Harun666 bize anlattı. Ona da Affan667 Mübarek b. FüdaIe668'den anlatmış. Mübarek b. Fudale şöyle dedi:

"Hasan (el-Basri)'ın şöyle dediğini işittim:

Peygamberin ashabı şöyle diyorlardı:

"Başarı veren ve kullarını terbiye eden Allah'a hamdolsun ki O, yarattığı eşya üzerinde tasarruf etmeseydi Allah'tan şüphe edenler şöyle derlerdi: Bu alemin bir Rabbi olsaydı üzerinde tasarrufta bulunurdu. Hak teala çeşitli şekillerde kainat üzerinde tasarrufta bulunmaktadır.

Allah meşrık ve mağrib arasını aydınlattı. Güneşi bir lamba kıldı ve gündüzü insanlar için geçim vakti kıldı. Sonra dilediği an meşrik ve mağrib arasına karanlığı hakim kılarak, göğü yıldızlar ve parlak ay ile donattı ve geceyi insanlar için rahat ve dinlenme vakti kıldı.

Rabbu'l-alemin dilediği an yağmur yağdırmakta, gök gürültüsü, şimşekler ve yıldırımlar göndermektedir. Dilediği an soğuk ve dilediği an sıcak göndermektedir. Güzelliğinden, kokusundan, akılların dehşete düştüğü çeşitli bitkileri, çiçekleri, yeşillikleri ve meyvaları dilediği an, dilediği yere O gönderir. Sonra da insanlar bu varlıkları yaratan ve üzerinde tasarrufta bulunan bir Rabbin olduğunu bilsinler diye, dilediği an bu güzelliklerin hepsini birden gideriverir. Ve yine o yüce Rab, dilediği an dünyayı yok edip, ahireti getirir." (Tefsir Hasan el-Basri 1/119-120, Kitabu'l-Azme: 1/323-325, Zadu'l-Mesir: 1/169-170.)

(Ebu Muhammed, Abdullah b. Muhammed b. Cafer. Ebu'ş-şeyh olarak meşhurdur. İmam, hafız ve sikadır. Çeşitli eserleri vardır. 274'te vefat etti.)

(Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd b. Süfyan b. ebi'd-dünya. Bir çok eseri vardır. İbn Hacer Takrib'de onun için saduktur dedi. 281 yılında vefat etti.)

(Harun b. Maruf el-Muruzi. Sika'dır. 231 yılında vefat etti.)

(Affan b. Müslim b. Abdullah. İmam ve hafız. Irak muhaddisi. Sikadır. 220 yılında vefat etti.)

(Mübarek b. Fudale b. Ebi Ümeyye. Hafız, muhaddis, imam, Basra alimlerinin büyüklerindendir. Hasan el-Basri'nin öğrencilerindendir. Takrib'de onun için "Saduktur, tedlis yapar" denilmiştir. 166 yılında vefat etti.)

Hasan el-Basri, sahabenin tabiat olaylarından Rabbu'l-alemin'in varlığına, kainatın yaratıcısı olduğuna, meşiet ve kudreti ile fail olduğuna ve O'nun dünyayı yokedip, ahireti getirmeye kadir olduğuna delil getirdiklerini belirtmektedir.

Bu, görünen bu havadisin, Allah'ın ayetleri olmasını ve Allah'ın bu kainatın Rabbi olmasını gerektirir. Yine bundan, kainatın yok iken Allah tarafından yaratıldığını gösterir ki, bu durumda kainat başkası tarafından yaratılması nedeniyle muhdestir. Başkası tarafından yaratılan şey, yaratıcının irade ve kudretine boyun eğmiştir.

Allah (c.c.) yukarıda sözü edilen tabiat olayları olmasaydı yine tanınırdı. Kulları onu fıtrat ve zaruret gereğince tanırlardı. Sadece insanın varlığı bile, Rabbin olmasını gerektirmektedir. Yaratıcı tabiat olayları olmaksızın da bilinir. Bu nedenledir ki şüpheciler her zaman ayıplanma ile karşılaşırlardı.

Sahabenin "Allah'tan şüphe edenler şöyle derlerdi" sözü, Allah'tan şüphe etmeyenlerin de bulunduğuna işaret eder.

Allah meşieti (dilemesi) ve ihtiyari (seçimi) ile yaratır ve sonra da en güzelini seçer. Onun iradesi tercihe en layık olanı tercih eder ki, iradenin hakikati budur. O, yaratmayı dilediği an, iradesinden hemen sonra yaratma işi gerçekleşir, oluşum ve yaratmadan hemen sonra yaratılmış var olur. Aynen şöyle buyrulduğu gibi:

"Onun işi, bir şey yaratmak istediği vakit sadece "ol" demektir, ve o şey derhal var olur." (Yasin: 36/82)

Eser sahibinin eseri zaman itibariyle mukarin olamadığından, Allah ile beraber başka bir kadimin de bulunması mümtenidir.

Sabittir ki Allah'tan başka her şey yok iken var olan birer hadistir. Allah'tan başka her şeyin hadis olduğu, O'na muhtaç olduğu ve O'nunla illetli olduğu en güzel bu yolla ispat edilir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol