Kur'an ve Sünnet
   
 
  Şiilerin Osman (r.a.) Hakkında Uydurdukları İftiralar

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.4.1

 

Râfizî şöyle diyor:

“Osman, ehil olmayanları iş başına getirmiştir. Hatta onlardan bazıları fâsık ve hâin idi. Memurluğu akrabaları arasında paylaştırmıştır. Said b. As'ı Küfe valiliğine tayin etmiş, ama ondan öyle haller sâdır olmuştur ki, onun Kûfe'den sınır dışı edilmesine sebep olmuştur. Mısır'a Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i tayin etmiş O da zulmetmiştir. Halk Ondan şikayet etmelerine rağmen, görevine devam etmesi ve Muhammed b. Ebibekr'i öldürmesi için kendisine gizlice yazı yazmıştır. Muaviye'yi Şam'a tayin etti. O da nice fitneler çıkardı. Abdullah b. Âmir b. Kureyz'i Basra'ya tayin etti, bir çok haramlar işledi. Mervan'ı görevlendirerek mührünü Ona teslim etti. Fakat bu tayin Onun (Osman ) ölümüne sebep oldu. Osman akrabalarına bol bol mal veriyordu. Hatta kızlarıyla evlendirdiği dört kişiye dörtyüzbin dinar vermiştir. İbn-i Mesud Onu tekfir ederdi. İbn-i Mes'ud yargılanınca Osman ölünceye kadar onu dövmüştür. Fıtık oluncaya kadar Ammar'ı dövmüştür. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) “Ammar iki gözümün arasındaki deridir. İsyankâr bir gurup onu öldürecektir. Allah onları şefaatıma erdirmiyecek” demiştir. Ammar da Osman'ı kötülüyordu. Rasulullah, Osman'ın amcası olan Hakem'i kovmasına rağmen, Osman Onu Medine'de oturtmuştur. Ebu Zerr'i “Rabeze” denilen yere sürmüş ve Onu dövmüştür. Osman, cezaları tatbik etmemiştir. Ali'nin (r.a.) kölesi Hürmüzan'ı öldürmesine karşılık Ubeydullah b. Ömer'i kısasla öldürmemiştir. Şarap içtiği için Velid'e ceza tatbik etmemiştir. Bilahare Ali (r.a.), Velid'e hadd cezası tatbik ederek:

“Ben varken Allah (c.c.)'ın hududu iptal edilmez,” demiştir. Osman, Cuma günü ikinci ezanı ilave ederek bidat çıkarmıştır. Böylece öldürülünceye kadar müslümanlara muhalefet etmiştir. Müslümanlar işlerini ayıplayarak, ona:

“Bedir'de kayboldun, Uhud'dan kaçtın, Rıdvan biatına da gelmedin” diyorlardı. Bu husustaki haberler sayılamayacak kadar çoktur.”

Ey Râfizî!

Ali'nin (r.a.) valileri Osman'ın (r.a.) valilerinden daha fazla kendisine hiyanet ve isyan etmişlerdir. Hatta bazıları Muaviye'nin tarafına geçtiler. Ali (r.a.), Ziyad b. Ebi Süfyan'ı tayin etmiş O da Hüseyin'e (r.a.) karşı savaşmıştır. Esteri ve Muhammed b. Ebibekir'i tayin etmiştir ki, Muaviye (r.a.) bütün bunlardan hayırlıdır. Ali (r.a.) de anne ve baba tarafından olan akrabalarını tayin etmiştir. Amcası Abbas'ın oğulları olan Abdullah, Ubeydullah, Kuşem ve Sümame'yi tayin ettiği gibi Mısır'a da üvey oğlu Muhammed b. Ebi Bekr'i tayin etmiştir. İmamiyye mensupları, Ali (r.a.), çocuklarının halife yapılması için emir vermiştir, diyorlar. Halbuki, akrabaları bazı küçük işlere görevlendirmek doğru değilse, hilafet gibi büyük bir işle görevlendirmek nasıl doğru olur?

Osman (r.a.), akrabalarını tayin etmesi hususunda Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) misâl almıştır. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Attab b. Useyd el-Emevî'yi Mekke'ye, Ebu Süfyan'ı Mecran'a, Halid b. Saîd b. As'ı bir başka yere vali olarak tayin etmiştir. Hatta Velid b. Utbe'yi de “Bir fâsık size haber getirince” âyeti ininceye kadar vali tayin etmiştir.

Osman (r.a.):

“Ben Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) tayin ettiklerinden veya onların kabilelerinden olanlardan başkasını vali olarak tayini etmedim.” demiştir. Ebubekir  ve Ömer (r.a.) de Rasulullah'dan sonra aynı şeyi yapmışlardır. Ebu Bekir (r.a.) Şam fethi için Yezid b. Ebi Sufyan b. Harb'ı tayin etmiş, Ömer de Onu uygun görmüştür. Bilahare Ömer (r.a.), Muaviye'yi tayin etmiştir. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümeyye oğullarını vali olarak tayini hususundaki rivayetler de sahihtir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, sabit nasla vârid olduğu gibi Umeyye oğullarından vali tayin etmek, hilafetin Hâşim oğullarından muayyen birisine mahsustur şeklindeki iddiadan daha isabetlidir.

 Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Haşim oğullarından yalnız Ali'yi (r.a.) Yemen'e vali, azadlı kölesi Zeyd ve İbn-i Ravha ile birlikte de Ca'feri Mu'te harbine komutan olarak görevlendirmiştir. Kaldı ki biz Osman'ın (r.a.), masum olduğunu da idaia etmiyoruz. Aksine Onun da hataları olabileceğine inanıyoruz. Fakat Allah (c.c.) onları atfetmiştir. Rasulullah da Onu cennetle müjdelemiştir. Ama râfizî o kadar aşırı gidiyor ki, birinin hatalarını zorla iyiliğe çevirmeye çalışırken, cennetle müjdelenen bir diğerinin bütün iyiliklerini unutuyor. İşte zulüm budur.

Bütün ümmet tevbe ile günahların affedileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Hiç kimse de Osman hatalarından dolayı tevbe etmemiştir, diyemez. Allah (c.c.)'ın, bütün günahları affedeceğine dair birçok ayet ve hadisler vardır. Namaz v.s. ibadetler de günahlara keffaret olurlar.

Kılınan bir namaz, iki namaz vakti arasında cereyan eden günahlara keffaret olduğuna göre; Cuma namazı, Ramazan, Arefe veya Aşure günü oruçları neye keffaret olurlar? diye sorulacak olursa; bunlar kişinin derecesini yükseltirler, cevabı verilir. Herşeyden önce amelin takvaya uygun olması gerekir ki, Allah (c.c.) onunla hataları silsin.

Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Allah ancak muttaki olanların amelini kabul eder” (Maide: 5/27).

Yukardaki ayetin tefsirinde üç görüş vardır:

Birincisi Haricilerin ve Mutezilenin görüşüdür ki, Onlara göre Allah ancak kebâiri -büyük günahları-  işlemeyenlerin amelini kabul eder ve kebâiri işleyenlerin o halde iken hiçbir iyilikleri kabul edilmediği istikametindedir.

İkincisi, Murcienin görüşüdür. Onlara göre kişi Allah (c.c.)'a şirk koşmadıktan sonra kebâiri işleyip, namaz kılmasa da takva ehlindendir.

Üçüncüsü, Selef ve Müctehid imamların görüşüdür. Onlara göre:

Kişi Allah (c.c.)'ın emrettiği işi ihlasla yaptıktan sonra Allah onun amelini kabul eder.

Fudayl b. İyad;

“... Hanginizin ameli daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için...” (Hud: 11/7, Mülk: 67/2) ayet-i kerimesini açıklarken:

Güzel amel ihlaslı ve sevaba uygun (doğru) olan ameldir.

Çünkü bir amel ihlasla yapılır, şeriata uygun olmazsa veya şeriata uygun olur, ihlasla yapılmazsa kabule şayan değildir.

İhlaslı amel Allah rızası için yapılan ameldir.

Sevablı (doğru) amel ise sünnete muvafık (Şer'î ölçülere uygun) olan ameldir.

Sünende olan ve Ammar (r.a.)'dan nakledilen bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

“Kişi namazını kıldıktan sonra (İhlasına göre) Onun yarısı, üçte biri, dörtte biri, onda biri -söyleyinceye kadar devam etti- kadar sevabı vardır.”

İbn-i Abbas şöyle diyor:

“Namazından ancak şuurlu olarak eda ettiğinin sevabı vardır.” Hac, cihad ve oruç da böyledir.

Hata ve günahların affı kabul edilen amellerin sayesinde olur.

Saîd olan, yarısı da olsa namazının, cumasının ve orucunun kabul edilip hata ve günahlarının bu vesile ile affedildiği kimsedir.

Aflar, ağırlığı itibariyle bazan küçük bazan da büyük günahlar için gerçekleşir. Bu da amelin ihlasla yapılıp şeriata uygun oluşuna bağlıdır.

Kelime-i Tevhid her günahı siliyor ise, bu onu söyleyen kişinin Allah (c.c.)'a karşı olan sıdkına, ihlasına ubudiyyet ve ihtiramına bağlıdır.

Ayakkabısı ile susuz bir köpeğe su verdiği için âsi bir kadın affedilmişse o andaki durumunun iyiliğine ve amelinin ihlasına bağlıdır.

Her âsi böyle bir durumda iken susuz bir köpeğe su veremez. Öyle kişiler vardır ki, kıldıkları namaz ile aralarındaki mesafe doğu ve batı arasındaki mesafe kadardır.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı hakkında şöyle buyuruyor:

“Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak ederse onların bir müd (iki avuç) veya yarısı kadar yaptıkları infaka -onun sevabına- erişemez.” (Buhari Fedail: 5, Müslim Fedail: 221)

Ebubekir b. İyaş:

Ebubekir  es-Sıddık (r.a.) namaz ve orucunun çokluğuyla ashabı geçmiş değildir. Belki o kalbine yerleşmiş olan şeyle -çok kuvvetli iman- onları geçmiştir, diyor. Müslim'de olan ve Ebu Musa'dan rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başını semaya kaldırarak şöyle buyurdu:

“Yıldızlar semanın emniyetidir. Onlar dökülüp yok olunca sema için va'dedilen gerçekleşecektir. Ben de ashabımın emniyetiyim. Ben gidersem ashabıma va'dedilen gelecektir. Ashabım da ümmetimin emniyetidir. Onlar giderse ümmetime va'dedilen gelecektir.”

(Yani Rasulullah vefat ederse, fitneler, savaşlar ve irtidatlar başlayacaktır. Ashab vefat eder giderse bidatlar, fitneler v.s. tehlikeler doğacaktır. Bu izah Müslim'den alınmıştır. Mütercim)

Müslim'de rivayet edilen bir başka hadiste de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyorlar:

“Bir zaman gelecek ki, insanlar cemaatlar halinde savaşacaklardır. Onlara:

“İçinizde Rasulullah'ı gören var mı? diye sorulacaktır. Evet dediklerinde onlara fetihler müyesser kılınacaktır. Tekrar bir zaman gelecek ki, insanlar cemaatlar halinde savaşacaklardır. Onlara: içinizde Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabını gören var mı? diye sorulacaktır. Evet, gördük diyeceklerdir. Onlara da fetihler müyesser kılınacaktır. Yine bir zaman gelecek ki, insanlar cemaatler halinde savaşacaklardır. Onlara:

Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabının ashabını gören var mı? diye sorulacaktır. Evet diyeceklerdir ve onlara fetihler müyesser kılınacaktır.” ( Müslim Fedail: 215)

Yukardaki hadisten de anlaşıldığı gibi Rasulullah bir çok hadislerinde ilk üç tabakayı medhetmiştir. Bunda ittifak vardır. Dördüncü tabaka hakkında da bu istikamette bazı hadisler mevcuttur.

Hülasa amellerin faziletli ve makbul olmaları yalnız şekillerine bağlı değil, aynı zamanda onların yapılmasını isteyen kalbteki niyyetin ihlasına bağlıdır.

İnsanlar da bu hususta çok farklıdırlar. İşte bu hadis ashabın her birini onlardan sonra gelenlere tercih edenlerin delilidir. Alimler, bütün ashabın cümle tabiinden üstün olduklarını ittifakla kabul etmişlerdir. Yalnız ashabın her biri tabiinin her birinden, mesela Muaviye Ömer b. Abdul Azizden üstün kabul edilir mi? Meselesinde ihtilaf vardır.

Kadı iyad ve başkaları bu hususta iki görüş zikrediyorlar. Çoğunluk ashabın her birisini tabiinden her birisine üstün tutuyorlar. İbnü'l-Mübârek, Ahmed b. Hanbel ve daha başkaları bu görüştedirler. Bu zatlara göre her ne kadar tabiinin amelleri fazla, Ömer b. Abdülazizin adaleti acık ve Muaviyeden daha zâhid ise de, faziletler Allah indinde kalbteki imanın hakikatiyle bilinir.

Bu hususta da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak ederse, ashabın iki avuç veya onun yarısı kadar yaptıkları inkafa -sevabına- erişemez.” buyururlar. ( Buhari Fedail: 5, Müslim Fedail: 221)

Dolayısıyla Rasulullah, Tabiinin Uhud dağı kadar yaptıkları altın infakının ashabın yaptıkları iki avuç infakına denk olamıyacağını haber veriyor.

Bunun içindir ki, Selefden bazıları:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber cihad eden Muaviye (r.a.)'nin burnuna giren toz, Ömer b. Abdülazizin amelinden daha kıymetlidir, demişlerdir.

Aslında bu meseleyi genişçe açmak ve izah etmek lazımdır. Fakat burası onun yeri değildir. Çünkü bizim konumuz Allah (c.c.)'ın iyilikler sebebiyle kötülükleri af edeceği, iyiliklerin derecesi de sahibinin kalbindeki iman ve takvaya bağlı olduğu meselesidir. Hülasa ashabtan daha aşağı olanların iyilikleri günahlarının affına vesile olduğuna göre, artık ashab-ı kiram için bu durum elbette tahakkuk etmiştir.

Mü'min'e dua etmek, cenaze namazını kılmak veya Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) muayyen birisine istiğfarda bulunması da günahların affına vesile olan sebeplerdendir. Mü'mimin vefatından sonra ruhuna ithafen yapılan salih ameller verilen sadakalar ve ifâ edilen haclar da bunlardandır. Hadis-i Şerif ile bu ithafın müteveffaya vardığı sabittir. Müteveffanın oğlu tarafından yapılan dua müstesnadır. Yani oğlunun babasına yaptığı dua zaten müteveffanın amelinden sayılır. Nasslar sabit olduğu üzere mü'minin başına gelen musibetler de günahlarının keffaretine vesile oluyorlar. Müslimde rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyorlar:

“Rabbimden üç şey istedim. İkisini verdi birini vermedi.

Ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim. İstediğimi kabul etti.

Ümmetimi kökünden yok edecek bir düşmanı musallat etmemesini istedim, bu isteğimi de kabul etti.

Ümmetimin arasında düşmanlık olmamasını istedim. Fakat bu isteğimi kabul etmedi.” (Müslim Fiten: 5)

Müslim'de rivayet edilen bir başka hadiste de şöyle deniliyor:

“En'am sûresinin: “De ki. O, üstünüzden size bir azab göndermeğe kadirdir.” âyeti inince Rasulullah:

“Bu azabdan sana sığınırım”,

“... Ve ayaklarınızın altından (bir azab göndermeğe kadirdir)

Kısmında Rasulullah:

“Bu azabtan sana sığınırım”,

“Sizi fırka fırka yapıp kiminizi kiminize hıncını tattırmağa (Kadir olan O'dur)

kısmında da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Bu daha basittir” buyurmuşlardır.”

Bu fitne bütün ümmete takdir edilen bir iştir. Buna rağmen ashab-ı Kiramlardan sonra gelenlere nisbetle fitnelere daha az maruz kalmışlardır. Asırlar asr-ı saadetten uzaklaştıkça fitneler de o nisbette çoğalmıştır. Bunun için Osman'ın (r.a.)' devrine kadar açık bir fitne ortaya çıkmamıştır. Fakat Osman (r.a.) şehîd edilince ve mü'minler fırkalara ayrılınca karşılıklı iki fitne çıktı.

- Birisi Ali'yi (r.a.) tekfir eden haricîlerin fitnesi,

- diğeri Ali'nin (r.a.) imametini, masumluğunu veya peygamberliğini veya ilahlığını (Bu iddialar râfizîlerin ayrı ayrı olan fırkaları tarafından yapılıyor. ) iddia eden râfizîlerin fitnesidir.

Ashabın son devirlerinde yani Abdullah b. Zübeyr ve Abdümelik'in emirlikleri zamanında da Kaderiyye ve Murcie fitnesi ortaya çıktı.

Onları takib eden Tabiin'in ilk ve Emevi hilafetinin son zamanlarında Cehmiyye ve Müşebbihe fitnesi ortaya çıktı.

Halbuki ashab-ı Kiram zamanında bu fitnelerden hiçbirisi yoktu. Onların zamanında kılıç fitneleri de -kendi aralarında savaş- yoktu. Mü'minler Muaviye zamanında düşmana karşı savaş etmek için ittifak halinde olmalarına rağmen vefat edince Hz. Hüseyin şehid edilmiş, İbn-i Zübeyr Mekke'de muhasara edilmiş sonra Medine'de El-Harra fitnesi cereyan etmiştir. Yezid de ölünce Şam'da Mervan ile Dahhak arasında ayrı bir fitne meydana gelmiştir. Sonra El-Muhtar, İbn-i Ziyad'a galip gelerek onu öldürdü ve bunun üzerine bir fitne daha ortaya çıktı. Bunun üzerine Musab b. Zübeyr gelip El-Muhtarı öldürdü. Sonra Abdülmelik Mus'ab'ı öldürdü. Haccac İbn-i Zübeyri bir müddet muhasara ettikten sonra onu öldürdü. Sonra Haccac Irak'a doğru gidince, Muhammed b. el-Eş'as büyük bir kuvvetle ona karşı gelmiş ve büyük bir fitne olmuştur.

Bütün bunlar Muaviye (r.a.)'nin ölümünden sonra cereyan etmişlerdir.

Sonra Horasan'da İbn-i Mihleb fitnesi ortaya çıktı. Sonra Zeyd bin Ali Kûfe'de öldürüldü. Sonra Horasan' da anlatılması çok uzun sürecek fitneler oldu.

Binaenaleyh müslüman hükümdarları arasında Muaviye (r.a.)'den hayırlı bir hükümdar gelmemiştir. Diğer hükümdarlar zamanında yaşayan insanlar da Muaviye'nin zamanında yaşayan insanlardan hayırlı değildirler. Tabii ki, bu hüküm Muaviye'nin devrini ondan sonraki devirlere nisbet ettiğimiz taktirde doğrudur. Ebubekir  ve Ömer'in (r.a.) devirlerine nisbet edersek elbetteki bu iki zatın ve devirlerinin üstünlüğü tartışmasız kabul edilecektir.

Muaviye (r.a.) - hatalarıyla (Çünkü O masum değildir. Ma'sumiyet ancak peygamberler içindir. ) beraber- ondan sonra gelen hükümdarların en iyisidir.

Katade (r.a.) şöyle diyor:

“Muaviye'nin icraatını görseydiniz, çoğunuz “Mehdi budur” diyecekti.”

Ahmed b. Cevvas (Ebu Asım el-Kûfi'dir. İbn'ül Mübarek ve İbn-i Uyeyne'nin talebelerindendir. Müslim Sahihinde ve Ebu Davud'un Müsned'inde hadisleri vardır. Güvenilir bir zattır. Muharrem 238 de vefat etmiştir. )  şöyle diyor:

“Ebu Hureyre el-Mukettib bize şöyle dedi:

A'meşin yanında otururken Ömer b. Abdülaziz ve adaletinden bahsettiler. A'meş:

“Muaviye'yi nasıl buluyorsunuz?” dedi.

“Onu yumuşaklığıyla tanıyoruz,” demeleri üzerine:

“Hayır, vallahi adaletiyle meşhurdur” cevabını verdi.

Ebu Usame es-Sekafî şöyle diyor:

Güvenilir kişiler Ebu İshak es-Sübey'î'nin Muaviye hakkında şöyle dediğini naklediyorlar:

“Muâviye'ye yetişseydiniz Onun mehdi olduğunu, söyliyecektiniz.”

Ebubekir  b. İyaş, Ebu İshak, “Onun benzerini görmedim” dediğini naklediyor. Beğavî, Suveyd b. Saîd'den, O da Damam b. İsmail'den, Oda Ebu Kays'ten naklettiğine göre Ebu Kays şöyle diyor:

“Muâviye her bir kabileye bir görevli tayin etmişti. Bunlardan Ebu Yahya künyeli bir görevli her gün sabah kabileyi dolaşarak:

“Bu gece aranızda bir çocuk doğdu mu? Bu gece herhangi bir olay meydana geldi mi? Bu gün size misafir geldi mi?” diye soruyordu. Onlar da:

“Evet bu gün Yemen ehlinden biri çocuklarıyla bize misafir olarak geldi,” dediler. Ebu Yahya bütün kabileyi dolaştıktan sonra divana -Devlet idare meclisi- gelir onların isimlerini birer birer kaydederdi.

Muhammed b. Avf et-Tâî, Ebu Muğire'den O'da İbn-i Ebi Meryem'den, O'da Atiyye b. Kays'tan rivayet ettiğine göre Atiyye b. Kays şöyle demiştir:

Muâviye b. Ebi Süfyan'ın bize hutbe irad ederek:

“Size vereceklerimden başka Beyt'ül-Malda fazladan mal vardır. Onu aranızda paylaştırmak istiyorum. Size yetecek kadar bir nimet gelince onu da aranızda paylaştırırım. Aksi halde bana itab etmeyiniz. Beyt'ül Mal benim değildir. O Allah (c.c.)'ın size bağışladığı kendi malıdır.” dediğini işittim.

Muaviyenin güzel ahlâka, adalet ve iyilikteki faziletleri oldukça fazladır. Müslim'de rivayet edildiğine göre adamın biri İbn-i Abbas'a:

“Muâviye vitiri bir rek'at olarak kıldı. Buna ne dersin?” diye sorunca İbn-i Abbas:

“İsabet etmiştir. Çünkü O fakihtir.” cevabını verdi.

Ebu ed-Derdâ:

“Şu imamınızdan başka namazı Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) namazına -kılınışına- benzeyen bir kişi daha görmedim” diyerek, bununla Muaviye'yi  (r.a.) kasdetmiştir.

İşte İbn-i Abbas ve Ebu'd-Derda gibi iki büyük sahabinin, Muaviye'nin fıkhı ve namazı güzel kılışı hakkındaki şehâdetleri...

Buna benzeyen daha bir çok deliller vardır. Üstelik Muâviye ilk müslümanlardan değildir. O Mekke fethinde müslüman olmuştur. Bazıları Fetihten önce müslüman olduğunu söylüyorlar. Kendisi de ashabın yücelerinden olmadığını itiraf ediyordu. Horasan'dan batı Afrika'ya, Kıbrıs'tan Yemen'e kadar olan topraklarda hüküm sürdüğü esnada Muaviye'nin yaşayışı bu şekilde takdire şâyân idi. Buna rağmen bütün müslümanlar Muaviye'nin fazilette, Ebubekir ve Ömer (r.a.) şöyle dursun, Osman ve Ali'nin derecelerine bile yetişmemiş olduğu hususunda müttefiktirler. Böyle olunca ashabın dışında olan birisini onlara benzetmek mümkün müdür? Ayrıca herhangi bir hükümdarın hayatı Muaviye'nin (r.a.) hayatına benzetilebilir mi?

Evet ashabın büyük bir çoğunluğu haiifeleriyle beraber fitnelerden uzak kalmışlardır. Ebu Eyyub es-Sicistânî, İbn-i Sîrin'in :

“Fitne şiddetlendiğinde Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı onbin kişi civarındaydı. Bu fitneye yüz kişi katılmamıştır. Belki de otuz kişiyi bulmamıştır.” dediğini naklediyor. Bunu yaşadığı bölgede takvasıyla tanınan ve övülen Muhammed b. Sîrin söylüyor. Mansur b. Abdurrahman, Şa'bî'nin şöyle dediğini naklediyor:

“Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabından Ali, Ammar, Talha ve Zübeyr'den başka hiç kimse Cemel Vakası'na katılmamıştır. Beşincisini isbat edebilirlerse ben yalancıyım.”

Bunlardan ilk muhacirleri kasdediyor. Abdurrahman b. Ebi Leyla:

“Bedir'e katılan yetmiş kişi Sıffin olayına katılmıştır.” Demesi üzerine Şube'de:

“Vallahi yalan söylüyor” demiştir. Şu'be devamla şöyle diyor:

Ben ve El-Hakem b. Uteybe el-Kufî bu konuyu araştırdık. Huzeyme b. Sabit'den başka Bedir ehlinden hiç kimsenin sıffine katılmadığını tesbit ettik.” Bu da Sıffine katılan ashabın çok az olduklarına delalet ediyor.

Mü'minin kabirdeki halleri ve orada maruz kalacağı sıkışma, Münker ve Nekirin soruları, Mahşerdeki kıyam ve onun sıkıntıları da cehennemden azad olunmasına vesile olacaklardır. Buhari'de rivayet edilen bir hadisten anlaşıldığı gibi, Mü'minler sırat köprüsünü geçerken cennet ile cehennem arasında olan bir yerde durdurulacaklardır. Orada hak sahiplerinin hakları alınarak kendilerine verilir. Böylece müslümanlar arındıktan sonra cennete girmelerine izin verilir.

Günahlara keffaret olacak bu gibi işler mü'minlerden çoğunun başına gelecektir. Artık siz bu ümmetin hayırlısı olan Ashabın durumunu düşünün. Ama gerçekten adamın biri Osman'ın (r.a.) aleyhinde konuşarak İbn-i Ömer'e:

“Osman Uhud savaşında geri çekilenlerle beraber geri çekilmiştir.” deyince, İbn-i Ömer'de Ona:

“Allah, onların hepsini affetmiştir,” demiştir. Aynı adam; Osman'ın Bedir Muharebesinde de bulunmadığını söyleyince, İbn-i Ömer (r.a.):

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi Osman'ı kızının (Rasulullahın (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı ve Osman'ın hanımı Rukiyye hasta olduğu için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Osman'ın (r.a.)' Medine'de kızının yanında kalmasını istemiştir. ) başında kalmak üzere Medine'de bırakmış ve savaştaymış gibi Ona ganimetten bir pay ayırmıştır, dedi. Adam:

“Rıdvan biatına da katılmamıştır,” deyince bunun üzerine İbn-i Ömer (r.a.):

“Zaten biat Osman'ın sebebiyle olmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir elini diğer bir eliyle tutarak:

“Bu Osman için olsun,” demiştir. Şüphesiz ki, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) (sallallahu aleyhi ve sellem) eli bütün ellerden üstündür.

Hülâsa ashabın onlarla lekelenmek istendiği bütün iddialar ya bir inat veya bir yalanın eseridir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol