Kur'an ve Sünnet
   
 
  3.10.14---3.10.15

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.10.14

 

Râfizî şöyle diyor:

“Tarikat ilmi Ali'ye  dayanır. Sûfiyye, hırkayı Ona nisbet ederler.”

Bu hususta şöyle diyoruz:

Birkaç hırkadan bahsediliyor. En meşhur olanları iki tanedir.

Bunlardan biri Ömer (r.a.)'e diğeri de Ali'ye (r.a.) nisbet edilir.

Ömer (r.a.)'e nisbet edilen hırka, Üveys el-Kuranî (Karanî) veya Ebu Müslim el-Hevlanî'ye,

Ali'ye (r.a.) nisbet edilen hırka da, Hasan el-Basrî'ye varmıştır.

Müteahhirûn âlimleri ma'ruf el-Kerhiye kadar vardırıyorlar. Ondan sonra da isnad kesiliyor. Müteahhirûn âlimleri, bazan Ma'ruf el-Kerhi'nin Ali b. Musa'nın sohbetinde bulunduğunu söylüyorlar ki, bu iddia kesinlikle yanlıştır. Çünkü Ma'ruf, Bağdad'ta inzivaya çekilmiş iken, Ali b. Musa, Horasan'da Me'mun'un beraberindeydi.

Üstelik Ma'ruf, Ali b. Musa'dan daha yaşlıdır. Ma'ruf el-Kerhî'nin onunla bir araya geldiğine ve ondan bir şeyler aldığına dair iddiaya asla inanmıyoruz. Allah (c.c.)'a kasem ederim ki, Ma'ruf Ali b. Musa'nın bevvabı olmadığı gibi Onun eliyle de müslüman olmuş değildir.

Müteahhirûn âlimleri, bazan da Ma'ruf el-Kerhî'nin Davut et-Tâî'nin arkadaşlığını yaptığını söylüyorlar. Bunun da aslı yoktur. Ma'rufun, Davut et-Tâî'yi gördüğü de bilinmemektedir. Hırkanın bir isnadında Davud et-Tâî'nin Hübeyb el-Acmî ile arkadaşlık ettiği de söylenmektedir. Bunun aslı da bilinmemektedir. Yalnız Hubeyb el-Acmî'nin, Hasan el-Basrî ile arkadaşlık ettiğini söylüyorlar. Bu ise doğrudur. Çünkü Hasan el-Basrî'n'in arkadaşları çoktu. Eyyûb es-Sehatiyânî, Yunus b. Ubeyd, Abdullah b. Avf, Muhammed b. Vâsi', Mâlik b. Dînar, Hubeyb el-Acmî, Farkad es-Sebhî (veya Sebehî) ve emsalleri Basra âbid ve zâhidleri gibi arkadaşları vardı.

Ali'ye (r.a.) nisbet edilen hırkanın bir isnadında Hasan el-Basrî'nin Ali (r.a.) ile arkadaşlık ettiğini söylüyorlar. Bu da asılsız bir iddiadır. Ali'nin (r.a.) Basra'ya girip Hasan Basrî'yi bırakıp, vaizi camiden çıkarttığına dair yapılan rivayet açık bir yalandır. Çünkü Hasan Basri, Ali'nin (r.a.) vefatından sonra ilim tahsiline başlamıştır. Bununla beraber Osman'ı (r.a.) hutbe irad ederken görmüştür. İbnü'l Cevzî, Hasan Basrî'nin menkibeleriyle ilgili olarak başlı başına bir eser te'lif etmiştir.

Biz kesin olarak biliyoruz ki; Ashab-ı Kiram, müridlerine (kendilerine tâbi olanlara) hırka giydirmemişler ve onların saçlarını kestirmemişlerdir. Tâbiûn da böyle birşey yapmamışlardır. Onlar ancak ashabın edebiyle edeplenmişlerdir.

Tabiîn, beldelerinde bulunan ashabtan ilim almışlardır.

Medine ehli, Ömer (r.a.), Übeyy, Zeyd ve Ebu Hureyre'den ilmi almışlardır.

Ali (r.a.) Küfeye gittiğinde oranın halkı dinî ilimlerde İbn-i Mesud, Sa'd, Ammar ve Huzeyfe'in yanında yetişmişlerdi.

Basra ehli, ilimlerini İmrân b. Huseyn, Ebu Musa, Ebubekire ve İbn-i Mağfelden almışlardır.

Şam halkı da, dini bilgilerini Muaz, Ebu Ubeyde, Ebudderdâ, Ubâde b. es-Sâmit ve Bilal'den elde etmişlerdir.

Durum böyle olunca, “Bütün zühd ve tasavvufİ tarikatlar yalnız Ali (r.a.)'den alınmıştır” sözünü nasıl söyleye biliyorsun ey Râfizî?

Zühd ile ilgili olarak ciddi bir çok eserler yazılmıştır. Mesela:

Ahmed b. Hanbel, İbn-i Mübarek, Vekîl b. Cerrah ve Henad b. es-Sirri Zühd mevzuunda eser te'lif etmişlerdir. “Hilyetü'l-Evliya” ve “Safvetü's-Safve” gibi Zühd'ten bahseden eserler de, Muhacirin, ensar ve onlara güzelce tâbi olanların zühdleriyle ilgili haberler vardır.

Bu eserlerde Ali'nin (r.a.) zühdünden bahseden haberler, Ebubekir, Ömer, Muaz, İbn-i Mesud, Ubey b. Ka'b, Ebu Zerre, Ebu Umâme (r.a.) ve emsallerinin zühdünden bahseden haberlerden fazla değildir. Allah cümlesinden razı olsun.


بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.10.15

 

Râfizî şöyle diyor:

“Ali, fesahat ilminin kaynağıdır. Hatta onun hakkında: konuşmasındaki fesahat, Halk'ın kelâmı hariç her konuşmanın üstündedir, denilmiştir.”

Evet; şüphesiz ki Ali (r.a.) ashab-ı Kiramın en iyi hatibi idi. Ama Ebu Bekir ve Ömer (r.a.)'de hatîp idiler.

Sabit b. Kays oldukça belağatlı bir hatip idi.

Ebubekir (r.a.), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda ve gıyabında çeşitli hitablarda bulunuyordu.

Allah (c.c.)'ın Rasulü de hitaplarının dinler ve ikrarda bulunurdu. Ebubekir (r.a.), Sakife günü çok belağatlı bir hitapta bulunmuştur. Bu hususta Ömer (r.a.) şöyle diyor:

“Ben, beğendiğim bir hitabet metnini hazırlamıştım. Onu dile getirmek istediğimde, Ebubekir:

Acele etme! dedi. Ben de Onu üzmek istemedim. Kızgın olduğu bazı hallerde onunla idare ederdim. Daha sonra hitabetine başladı. Hitabetinde benden daha çok akıllı ve vakarlı davrandı. Allah (c.c.)'a yemin ederim ki, çalışıp çabalıyarak hazırladığım hiçbir söz ve fikir kalmadı ki, Ebubekir ondan daha iyisini veya mislini söylemiş olmasın.”

Enes b. Mâlik şöyle diyor:

“(Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat edince korkudan) hepimiz tilki gibi iken, Ebubekir, yaptığı bir konuşma ile bizi öyle cesaretlendirdi ki, arslanlar gibi kesildik.”

Sabit b. Kays'a Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hatibi denildiği gibi, Hasan b. Sabit de Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şâiri diye çağırılıyordu. Ziyad b. Ebih, arapların en hatibi ve telaffuzunda en beliği idi. Hatta Şa'bî Onun hakkında şöyle demiştir:

Hitabette bulunan hiç kimse yoktur ki, hata eder korkusuyla onun susmasını temenni etmiş olmayayım. Ancak Ziyad bundan müstesnadır. O, hitabetini uzattıkça güzel konuşuyordu.

Şa'bi Aişe (r.a.) hakkında da:

Aişe insanların en iyi hatiplerinden ve fasih konuşanlarından idi. Öyle ki, Ahef b. Kays, Onun belagatından hayrete düşerdi, diyor.

İbn-i Abbas da en iyi hatiblerden idi.

Hülâsa; İslâmdan evvel ve sonra arap milletindeki hatipler oldukça çoktu. Bütün bunların Ali (r.a.)'den hitabetle ilgili olarak birşeyler aldığı sabit değildir.

Hadd-i zâtında fesahat, yani açık ve düzgün konuşmak, Allah vergisidir. Ne Ali (r.a.) ve ne de adı geçen hatipler hiçbir zaman ilm-i bedî'den olan kafiyeli ve cinaslı (kelime harflerinin birbirine benzemesi) konuşmak için kendilerini zorlamamışlardır. Aksine onlar normal hitabette bulunmuşlar ve kafiyeli konuşmayı kasdetmemişlerdir.

Bedî' (güzel konuşma ilmi) ilmi, müteahhir alimler zamanında kaideleşmiş ve dana sonra bu kaideler doğrultusunda konuşularak tatbikata konmuştur.

Binaenaleyh “Ali (r.a.), fesahatin kaynağıdır” şeklindeki sözün mücerred bir iddiadır. Hakikatte insanların en fasîh ve belîğ konuşanı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dir.

Fesahat ve belagat, derinden ve ağzını doldura doldura konuşmak değildir. Aksine fesahat ve belagat, meramı tam bir şekilde ifade etmektir. Konuşmacı kasdettiği mânâ ile ifade ettiği lafızları böylece bir araya getirmeğe çalışır.

Şunu da iyi bil ki; “Nehcü'l Belâğa” sahibi, Ali'ye (r.a.) nisbet ederek naklettiği hutbelerin çoğu Ali'ye (r.a.) yapılan iftiralardır.

Ali (r.a.) (r.a.), nakledilen hutbeleri dile getirmekten çok daha yücedir. Fakat bu râfizîler, onu öveceğiz diye nice yalanlar uydurdular. Bu uydurmalar doğru olmadığı gibi, Ali (r.a.) için medih de değildirler.



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol