Kur'an ve Sünnet
   
 
  3.5

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.5

 

Râfizî şöyle diyor:

“Müslümanlar arasındaki ihtilaflardan biri de Ali zamanında olmuştur. O da Ali'nin hilafeti üzerine ittifak edildikten sonra; Talha ve Zübeyr'in Ona karşı gelmeleriyle meydana gelen ihtilaftır. Ondan sonra Ali ile Muaviye arasında vuku bulan ihtilaflardan dolayı Sıffin savaşı meydana gelmiştir. Hülasa haklı olan Ali idi. Hak da Onunla beraber idi. Hilafeti zamanında haricilerden Eş'as b. Kays, Mis'er b. Fedekî ve Zeyd b. Husn gibi kimseler Ona karşı gelmişlerdir. Yine Onun hilafetinde aşırı giden Abdullah b. Sebe çıkmıştır. Haricîler ve Abdullah b. Sebe'in mensupları bir çok bid'at ve sapıklıklar uydurmuşlardır.”

(Abdullah b. Sebe Şiîler için yeni bir inanç uyduran bir hâindir. Ona göre Yuşa' (a.s.), Musa'yı vâsi kıldığı gibi, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de, Ali'yi (r.a.) vâsi kılmıştır. Abdullah'tan sonra Şiilerin şeytanı olan Muhammed b Cafer er-Râfizî gelerek, imametin muayyen şahısların hakkı olduğunu söylemiştir.)

Ey Râfizî!

Sözü uzatmadan her üç halifenin hakka uygun hareket ettiklerini ve hakkın onlarla olduğunu söylemekle iktifa ediyoruz. Bu zatları red edip, yalnız Ali'yi (r.a.) hilafetle tahsis etmek delilsiz bir iddiadır.

“Ali'nin (r.a.) hilafeti üzerine ittifak edildikten sonra ihtilaf doğmuştur” diyorsun.

Halbuki bilinen şu ki, müslümanların bir çoğu, mesela Umum olarak Şam'lılar, Medine ehlinin bir kısmı, bir çok Mısır'lı ve Mağrib ehli Ona biat etmemişlerdi. Sonra kusuru Talha ve taraftarlarında bularak onlardan hiç bir mazeret kabul etmemiştir. Bütün âlimler, Talha ve Zübeyr'in Ali'ye (r.a.) karşı, Ali'nin (r.a.) de onlara karşı savaş istemediğini bilmektedirler. Ne yazık ki, savaş ansızın tutuşuverdi. Talha ve Zübeyr Ali (r.a.) ile birbirlerine karşı çıkışmalarına rağmen maslahatta ittifak ederek Osman'ın (r.a.) katillerine ceza tatbik etme hususunda karar verdiler. Fakat o zaman Osman'ın (r.a.) katilleri daha önce yaptıkları gibi, fitne çıkarmak üzere birbirleriyle anlaştılar. Fitneci katiller; Talha, Zübeyr ve askerlerine hücum ettiler. Onlar da kendilerini müdafaa kabilinden onlara karşılık verdiler. Bunun üzerine fitneciler; Talha ve Zübeyr'in kendilerine hücum ettiklerini Ali'ye (r.a.) bildirdiler. Ali'de (r.a.) nefsi müdafada bulundu.

Hülâsa her iki tarafın da gayesi savaşa başlamak değil, nefsi müdafaa etmek idi.

Lakin râfizîler inatçı oldukları için ne nakle inanırlar ve ne de doğruyu kabul ederler. Her yaygaracının emrindedirler. Onlar ashabın ileri gelenlerine düşmanlık ederek, İslâm düşmanlarıyla dost oluyorlar.

Hatta Bağdad muharebesinde müslümanları perişan eden Tatarlarla işbirliği yaparak ehl-i sünnete eziyet ediyorlardı. İbn'ül Alkami'nin yaptığı gibi.

Bu hâin, Hülâgü ile yazışarak İslâm beldelerini yakıp kavurmuş, müslümanları da yok etmiştir. Yine Hülâgü müslümanların kanını sel gibi akıtmış, hem Abbasileri hem de Ali (r.a.) taraftarlarının kadınlarını esir etmiş, müslüman çocuklarını şirk ve küfür üzerine yetiştirerek müslümanların başına belâ etmiştir.

Öyle ki bu çocuklar da Mülhidleri ve sapık râfizîleri büyüterek bunun yanında da Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına buğz etmişlerdir.

Râfizîler tam şu âyetin şümulüne girerler. Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Kendilerine kitab verilmiş olanların, Cibt ve tağuta kanıp, inkâr edenlere: “Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadırlar” dediklerini görmedin mi?” (Nisa: 4/51)

Durum böyle olunca açıkça yalan söyleyen ve ancak nefsî hevasına uyan nakilleri kabul eden râfizîleri, bizlerin hadislerin isnadını ve diğer durumlarını bilmediğimizi nasıl iddia edebilirler?

Onlar, taraftarlarından, birinin yalan veya doğru bir söz söylediğinde kendisinden ne kitab ve ne de hadisten delil isterler. Onun yan çizmesine asla iltifat etmezler. Ama onlara muhalif olan herhangi birisi, hem de delille karşılarına çıksa ya inad ederek veya tahrif ettikleri ayetlerle onu tekzib ederler. Muarızlarının güçlü olduğunu görür de az da olsa ondan çekinirlerse ona:

Doğru söylüyorsun, hak olan senin dediğindir, bundan böyle senin dediğin şekilde Allah (c.c.)'a kulluk edeceğiz, diyerek hemen râfizîiiklerinden vazgeçerler. Hal böyle olunca münazaralarda kim onlardan insaf bekler?

Bunlar kendilerine üç fikir, kabul etmişlerdir.

Birincisi, imamlarının masum olduklarına inanırlar.

İkincisi, İmamlarının naklettikleri her şeyi Rasulullah'dan (sallallahu aleyhi ve sellem) aldıklarını iddia ederler.

Üçüncüsü, Ehl-i beytin icma'ı hüccettir derler.

Kendilerini ehl-i beytten kabul eden bu gurubun, fıkıhtan mahrum olup, tahkik ve ilmi de idam ettiklerini görüyorsun. Onlara göre bir mesele bu üç temel görüş ve esasa uymadığı müddetçe kabul etmezler ki, onların temel ve esasları kitap, sünnet, akıl ve onlardan başka herkesin icmaı ile reddedilmişlerdir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol