Kur'an ve Sünnet
   
 
  2.3.45

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.3.45

 

Râfizî şöyle diyor:

“Ehl-i sünnetten bir cemaat Yezid'e lanet etmede tereddüt etti. Halbuki aynı cemaata göre Yezid zâlimdir. Allah (c.c.) da şöyle buyuruyor:

“Haberiniz olsun, Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir.” (Hûd: 11/18)

Mühennâ, Yezid'i Ahmed b. Hanbel'den sorunca, O yaptığını yapan kimsedir, cevabını verdi. Ahmed b. Hanbel'in oğlu Salih, babasına şöyle dedi:

Bir gurup insan bizi Yezid'in dostu olarak kabul ediyorlar, ne dersiniz? Ahmed b. Hanbel:

Oğulcağızım, Allah (c.c.)'a ve âhiret gününe inanan kimse Yezid'i sever mi? şeklinde cevap verdi. Tekrar oğlu Salih:

Şu halde neden O'na lanet etmiyorsun? diye ikinci defa babasına sorunca, O'na şöyle cevap verdi:

Allah (c.c.)'ın lanet ettiği kimseye nasıl lanet etmiyeyim? Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

(Ey münafıklar), demek idareyi ele alırsanız, hemen yer yüzünde fesad çıkaracak ve akrabalık bağlarını parçalayacaksınız?... Onlar öyle kimselerdir ki, Allah Onları rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör etmiştir.” (Muhammed: 47/22-23)

Medine'yi yağma etmekten, ahâlisini esir tutmaktan, Kureyş ile Ensar'dan yediyüz ve kim oldukları bilinmeyen hür ve kölelerden onbinlerce kişiyi öldürmekten daha büyük bir fesad olur mu?

Öyle ki kanlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın kabr-i şeriflerine ulaşmış, ravza kanla dolmuştu. Ondan sonra Mekke'ye yürüdü. Kabe'yi mancınıklarla döverek yıktı ve yaktı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Hüseyn'in katili ateşten bir tâbuttadır. Cehennem ehlinden yarısı kadarının azabı onun üzerinedir”,

“Allah (c.c.)'ın ve Benim gazabım ehl-i beytimin kanını akıtarak bana eziyet verenlere karşı şiddetlendi” buyuruyorlar.”

Ey Râfizî!

Yezid'e lanet okuma ile ilgili görüşler, Onun gibisi olan diğer meliklere lanet okuma ile ilgili görüşler gibidir. Kaldı ki Yezid başkalarından hayırlıdır. Hüseyn'in (r.a.) intikamını alan Muhtar gibi. Çünkü Muhtar, Cibril (a.s.)'ın kendisine vahiy getirdiğini iddia ediyordu. Yezid, Haccac'dan da hayırlıdır. Bununla birlikte şöyle denilebilir:

Yezid ve Onun gibilerinin gayesi fasık olmak idi, denilebilir. Buna rağmen muayyen fâsıkı lanet etmek emredilmiş bir şey değildir. Lanet konusunda sünnette vârid olan durum fâsıklar güruhunun lanet edilmesidir.

Mesela:

“Allah hırsıza lanet etsin. Bir yumurta çalar onun eli kesilir”,

“Allah faizi yiyene ve yedirene lanet etsin.”,

“Allah şaraba ve onu sıkana... lanet etsin” gibi. (İbn Mace Eşribe: 6, Tirmizi Buyu: 58, Ahmed: 2/71)

Ancak Fukahadan bazıları muayyenin lanet edilmesini caiz görürken, bir diğer kısmı da caiz görmemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'den bilinen de muayyenin lanet edilmesinin mekruh olmasıdır. Ahmed b. Hanbel, Allah'u Teala'nın:

“Haberiniz olsun, Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir” mealindeki hükme kaildir.

Buhârî'de belirtildiği gibi;

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın devrinde çokça şarab içtiği için kendisine şarapçı denilen bir adam vardı. Bu adamı Rasulullah'a getirdiler ve Ona ceza tatbik ettiler. Adamın biri:

Allah bu şarapçıya lanet etsin. Şarap yüzünden buraya kaçıncı getirilişin? demesi üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Ona lanet etme. Zira O, Allah ve Resulünü seviyor.” buyurdular. (Ahmed: 4/115)

Görülüyor ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şarap içenlere mutlak olarak lanet etmesine rağmen, muayyen olan bu kişiyi lanet etmekten nehyetmiştir.

Her müslümanın Allah ve Rasulünü sevmesinin farz olduğu da açıkça bilinen bir şeydir. Meğer ki, kişi münafık olup Allah ve Rasulünü sevmezse o zaman lanetlenebilir.

Fâsık olduğu için muayyen kişinin lanet edilmesini caiz gören kimse de:

“Hem ona lanet okur, hem de namazını kılarım. Cezaya müstahak olduğu için lânet edilir, müslüman olması hasebiyle de sevabı hak ettiği için namazı kılınır” diyor.

Ashâb-ı Kiram, Ehl-i Sünnet, Kerrâmiyye, Mürcie ve Fâsık kimsenin ebediyyen cehennemde kalmaz diyen şîîlerden bir gurubun görüşü de budur.

Haricîler, Mutezile ve bazı Şîîler, fâsık'ın ebediyyen cehennemde kalacağını söylüyorlar ama, tevbe ettiği takdirde cehenemde ebedi kalmayacağı hususunda icmâ etmişlerdir.

Yezid'e ve başkalarına lanet eden kimsenin; Yezid'in fâsık ve zâlim olduğunu, fâsık ve zâlim olan kimsenin bizzat lanet edilmesinin cevazını ve yaptığı cürümlerden tevbe etmeden Yezid'in öldüğünü ispatlaması gerekir.

Ondan sonra ayrıca azabın vücubunun, Ona muarız olan bir şeyle kalkması da söz konusudur. İyiliklerin ve musibetlerin kötülük ve günâhlara keffaret olup, onları sildiği gibi...

Allah (c.c), şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki Allah, kendine ortak koşanları bağışlamaz. Bu günâhdan başkasını, dilediği kimseden mağfiret buyurur.” (Nisa: 4/48-116)

Kaldı ki, sahîh bir hadis-i şerifle sâbittir ki, Konstantiniyye'yi (İstanbul) fethetmeğe gidecek olan ilk ordu mağfirete nail olmuştur. Konstantiniyye'yi fethetmek için Onu kuşatan ilk ordu da Yezid'in komutasındaki ordu olmuştur.

Yine biliyoruz ki, müslümanların çoğu zulmetmişlerdir. Lanet kapısı açılacak olursa müslümanların ekser mevtası (ölüsü) lanet edilecektir. Halbuki Allah (c.c.) müslümanların mevtasına (ölüsüne) lanet etmeyi değil, dua etmeyi emretmiştir. Sonra ölülere lanet etmek, dirileri lanet etmekten daha büyük bir şeydir.

Nitekim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Ölülere sebbetmeyiniz. Çünkü onlar daha önce -yaptıkları ameller- gönderdikleriyle başbaşa kalmışlardır” buyurmuşlardır. (Buhari Cenaiz: 97, Rikaak: 42, Ebu Davud Edeb: 50, Nesai, Cenaiz: 51,52)

Ahmed b. Hanbel'den rivayet ettiğine gelince, oğlu Salih vasıtasıyla kendisinden rivayet edilen doğru ve sabit olan söz:

“Babanın birisini lanet ettiğini ne zaman gördün?” şeklindedir. Kendisinden rivayet edilen ve Yezid'e lanet ettiği istikametindeki rivayet ise maktu' olup sabit değildir.

“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onları rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör etmiştir.” (Muhammed: 47/23) mealindeki âyete gelince:

Bu ayet muayyen bir kişinin lanetine delâlet etmez. Eğer günah işleyen her kişi bizzat lanet edilseydi, insanların cumhuru lanet edilecekti. Âyet-i Kerime mutlak bir tehdidi ifade eder. Onun muayyen bir şahıs hakkında olmasını gerektiren bir sebep yoktur. Meğer ki şartlar o şahısta bulunup manîler de ortadan kalkmış olsun. Lanet meselesi de bu kadar.

Yezid'in yaptıkları sıla-i rahmi kesen cinsten olduğu takdir edilmesi halinde bu böyledir. Sonra bu durum Hâşim oğullarının bir çoğu hakkında, da böyledir. Zira Abbasî ve Tâlibîlerin bir çoğu birbirleriyle çarpışmışlardır. Şu halde bütün bunlar lanet edilecek mi?

Aynı şekilde akrabalarına ve hasseten babasıyla babaları arasında uzak mesafe olan yakınlarına zulmeden de bizzat lanet edilecek mi?

Eğer bunlar lanet edilecekse zulüm lafzının şâmil olduğu herkese lanet okunacaktır ki, o zaman cumhur-u müslimîn de lanet edilecektir.

İbnül Cevzî'nin Yezid'e lanet etmenin mübahlığı hakkında kitabının var olduğunu ve bu kitabın da Abdü'l Muğis'e reddiyyede bulunduğunu söylüyorsan, doğrusu Abdü'l Muğis el-Harbî, Yezid'e lanet etmekten nehyediyordu. Hatta halife Nasır ile arasında şöyle bir hâdise cereyan etmiştir:

Halife Nasır, Abdül'Muğis'in Yezid'e lanet etmekten nehyettiğini duyunca, O'na giderek sebebini sorar. Fakat el-Harbî halifeyi tanımasına rağmen O'nu tanıdığını açığa vurmaz. Abdü’l Muğis el-Harbî halifeye şöyle cevap verir:

“Benim gayem müslümanların dilini kendi halife ve idarecilerine lanet etmekten alıkoymaktır. Eğer bu lanet etme kapısını açarsak şu andaki halifemiz Ona daha müstahak olur. Çünkü mevcud halifemiz büyük sayılan birçok günahları işliyor...”

El-Harbî bir müddet halifenin zulümlerini sayıp durdu. Sonunda Halife:

Ey Şeyh! Bana duat et diyerek, yanından ayrıldı.

Yezid'in, el-Harra ahâlisine yaptıklarına gelince, durum şudur:

Harra ahâlisi Yezid'i tahttan indirerek, temsilcilerini kovup ve akrabalarını muhassara edince defalarca onlara haber göndererek kendisine itaatta bulunmalarını istedi. Onlar da bunu reddedince Müslim b. Ukbe El-Merri'yi bir ordu ile techiz ederek El-Harra' ya doğru gönderip O'na:

“Onları korkut ve tehdit et. Tekrar itaat etmekten imtina eder, karşı gelirlerse onlarla savaş” emrini verdi. Müslim b. Ukbe, Harra ehline galip gelince Medine'yi üç defa yağma etti. Tabiî ki, bu hareket Yezid'in büyük günahlarındandır. Ahmed b. Hanbel'e:

Yezid'in yaptıklarını yazalım mı? diye sorduklarında; Hayır yazmayınız. Onun hiç bir değeri yoktur. Medine ehline bunca işi yapan O değil midir? şeklinde cevap verdi. Buna rağmen Yezid bütün eşrafı öldürmemiştir. Ölü sayısı onbinlerce olmamıştır. Kanlar mescid-i Nebevî'ye akmamıştır. Üstelik mescidde öldürme hâdisesi vuku bulmamıştır. Aksine savaş Medine'nin dışında cereyan etmiştir. Ama sizin karakteriniz doğru olanı nakletmemek-olduğu gibi, doğru bir şeyi nakletseniz bile Onu yalanlarla doldurmaktır.

Ka'be meselesine gelince, onlar Ka'beyi kasdederek hafife almamışlardır. Aksine İbnü'Zübeyr'i kasdetmişlerdir. Yezid, Kabe'yi ne yıkmış ve ne de yakmıştır. Fakat bir kadının elinden sıçrayan ateş kıvılcımının Kabe perdelerine gitmesi üzerine Kabe yanmıştır. Ondan sonra İbnü' Zübeyr Kabe'yi yıkarak Onu daha güzel bir şekilde yapmıştır.

“Hüseyin (r.a.)'in katili ateşten bir tabut içindedir” şeklindeki haber de, tutarsızlıktan utanmayan kişilerin uydurdukları yalanlardandır. Cehennem ehlinden yarısı kadarının azabı birisine ait olabilir mi?

İblis, Firavun, Peygamber, katilleri ve Ebu Cehil'e ne kaldı?

Şüphesiz iki, Ömer (r.a.), Osman (r.a.) ve Ali'nin (r.a.) katillerinin cürmü Hüseyn'in (r.a.) katilinin cürmünden daha büyüktür.

Râfizîlerin bu aşırılığı; Hüseyn'in (r.a.) haricîlerden olduğunu, kuvvet ve cemaati böldüğünü iddia eden nâsibîlerin aşırılığına benziyor. Nâsibîler daha ileri giderek Hüseyn'in (r.a.) öldürülmesini caiz görüyorlar. Delil olarak da şu hadisi getiriyorlar:

 “Hepiniz bir tek kişinin idaresinde toplu bulunduğunuz halde biri gelir de kuvvetinizi ve cemaatınızı bölmek isterse onu öldürünüz.” (Müslim İmaret: 14)

Ehl-i Sünnet ise şöyle diyor:

Hüseyin (r.a.) zulmen şehid edilmiştir. O'nun öldürenler zâlim ve tecavüzkâr bir güruhtur. Nâsibîlerin iddia ettiği gibi halifeye isyan edenin öldürülmesi ile ilgili hadisler Ona şamil değildir. Çünkü Hüseyin (r.a.), cemaat arasında tefrika çıkarmamıştır. Hatta şehid edilmek istenirken geri dönmeği arzu ediyor ve tefrikayı da asla istemiyordu.

Râfizî'nin rivayet ettiği ve “Hüseyin'in katili ateşten bir tabut içindedir...” şeklindeki hadîs sahih olmayıp, Onu ancak câhil olan kimse, Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) nisbet edebilir. Hüseyin'in (r.a.) kanını korumak iman ve takvadan olup, mücerred karabetten daha üstündür. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Eğer (kızım) Fâtıma hırsızlık etseydi, O'nun elini keserdim” buyararak, kendisine en aziz olan kızı hakkındaki hükm-ü ilahiyi beyan etmiştir. (Buhari, Hudud: 11, 12, 14, Şehadet: 8, Enbiya: 80, Fedail: 18, Megazi: 52, Müslim, Hudud: 9, Ebu Davud, Hudud: 4, Nesai, Sarık: 5)

O hükm-ü İlâhî ki Onun karşısında alt ve üst tabakadan olanlar arasında hiçbir fark yoktur. Alevî de zina ederse recmedilir, adam öldürse de öldürülür. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Müslümanların kanı birbirine eşittir.” buyurmuşlardır.

Rasulullah'ın ashabına ve ehl-i beytine eziyet etmek de aynı şekilde kendisine eziyet olup büyük günahlardandır.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol