Kur'an ve Sünnet
   
 
  2.3.43

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.3.43

 

Râfizî şöyle diyor:

“Ehl-i Sünnetten bazıları taassubta çok ileri giderek Yezidi'n imametini kabul etmişlerdir. Halbuki Yezid Hüseyn'i (r.a.) öldürmüş, hanımlarını esir etmiş ve Zeynel Abidin'i (r.a.) bağlamıştır.”

Ey Râfizî!

Biz ehl-i sünnet olarak; Yezid'in hülafa-i râşidinden olduğuna asla inanmıyoruz. Ancak kürtlerden bazı câhiller bunu iddia etmişlerdir. Bazıları da daha aşırı giderek Peygamber demişlerdir. Bunlar da Ali'nin (r.a.) ulûhiyyetini iddia eden şialar gibidirler. Ümeyye oğullarına tâbi olanlardan bazıları da, halife vasıtasıyla iyiliklerin kabul edildiğini, kötülüklerin affedildiğini söylemişlerdir. Buna rağmen bunların sapıklığı, Muntazar'ın ma'sum olduğunu ve bin-dörtyüzelli seneden beri mağarada saklı olduğunu iddia edenlerden daha azdır. Çünkü muntazam ma'dumdur. (Şeyhül İslâm İbni Teymiyye bu eseri H. 710 dan sonra te'lif etmiştir. )

Murcie,Tevhid'e inanıldıktan sonra, kişiye hiçbir günah zarar veremiyeceğini iddia ediyorlar. Bizler ise, Nübüvvetin hilafeti otuz sene olup, ondan sonrası saltanat olduğuna inanıyoruz. Nitekim hadiste de öyledir.

Eğer Yezid'in imameti ile onun saltanatının Abbasî ve Mervânîlerden emsali olanlar gibi güçlü ve kuvvetli olduğunu kasdediyorsan bu doğrudur.

Yezid, Mekke dışında diğer bütün İslâm âlemine hükmetmiştir. Mekke'ye de İbnü’z Zübeyr hükmetmiş, Yezid'e biat etmemiş ve Yezid ölünceye kadar da kendisine biat edilmesi için çağrıda bulunmamıştır. Yezid ve başkasının imam olması manası onun güçlü, ta'yin ve azle yetkili olması, cezaî müeyyideleri tatbik etmesi, kafirlere karşı cihad edip ganimetleri bölüştürmesi demektirki bu durum malûm ve mütevâtir olup inkarı mümkün değildir.

İşte Yezid'in imameti de bu mânâdadır. İmam'ın cemaata namaz kıldırdığı gibi. Cemaata namaz kıldıran bir imamı gördüğümüzde Ona “İmam” deriz. Bu bilinen bir durumdur ki, bunu inkar etmek mümkün değildir.

Yezid'in iyi, kötü, itaatkâr veya isyankâr olması ise ayrı bir konudur. Ehl-i sünnet birinin imametine inanırsa, Yezid, Abdülmelik veya Mansur gibi, yukarıda bahsettiğimiz şekilde onları tanırlar, Bu konuda münakaşaya giren kimse, Ebubekir,Ömer ve Osman'ın (r.a.) imameti ile Kisra, Kayser ve Necâşî'nin saltanatında da münakaşaya girişiyor demektir.

İmamlardan herhangi birinin ma'sum olmasına gelince, hiçbir âlim buna inanmaz. İmamın her haliyle âdil ve her emrine itaat etmenin vacip olması da söz konusu değildir.

Ehl-i Sünnet velcemaata göre; Allah (c.c.)'a tâat kabilinden olan amellerde bu imamlara uyulur.

Meselâ; Onların arkasında Cuma ve bayram namazlarını kılarız. Çünkü bu namazlar arkalarında kılınmazsa ihmal edilebilir. Kâfirlere karşı onlarla cihad eder, Kabe'yi onlarla ziyaret ve hacc ederiz. İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak ve cezaları tatbik etmek için onlardan yardım talep ederiz. Farzedelim ki imamlar günahkârdırlar. Buna rağmen kişinin onlarla haccetmesi veya cihad etmesi o kişiye hiçbir zarar vermez. İyilikte ve takvada onlara yardımcı olunur. Kötülük ve isyanda ise onlara yardım edilmez. Ama, idareci kötülük ve isyanda çok ileri gidiyorsa -Yezid, Abdülmelik ve Mansur gibi- ortada iki yol var.

Birincisi:

İdareciyi kötülüklerinden alıkoymak için onunla savaşmak vaciptir, deyip savaşmaktır. Bu ise hatalı bir görüştür. Çünkü kan akıtmaya sebep olur. Bu yoldan hareket ederek güçlü bir idareciye karşı gelenlerin kötülükleri iyiliklerinden çok olmuştur. Medine'de Yezid'e karşı gelenlerin yaptığı gibi. (Buhari ve Müslim'de beyan edildiği gibi Abdullah b. Ömer ve Muhammed b. Ali b. Ebi Talib de Yezid'e karşı gelinmemesini istemişlerdi. )

Irak'ta Abdülmelik'e karşı çıkan İbnül Eş'as, Horasan'da babasına karşı çıkan İbnül Mühelleb, Medine ve Basra'da Mansur'a karşı çıkanlar da aynı akıbete duçar olmuşlardır.

Tabiî ki tasvip edilmeyen idarecilere karşı çıkan bu zatların hareketlerinin neticesi galip veya mağlup olmaktır ama, nihayet mağlup olup, güçleri de tamamen yok olmuştur. Abdullah b. Ali (El-Abbasi) ve Ebu Müslim birçok kişileri öldürmelerine rağmen, neticede Ebu Ca'fer Mansur her ikisini de öldürmüştür. Ehlül Harra, İbnül Eş'as ve İbnül Mühelleb de bozguna uğramışlar, ne dini ayakta tutabilmişler ve ne de dünyayı.

Allah (c.c.) hiçbir zaman din ve dünyanın salâhını temin etmeyen bir işi emretmez. Bu gibi işleri yapanlar Allah (c.c.)'ın takva sahibi ve cennet ehlinden olan kulları da olsalar Ali (r.a.), Talha, Zübeyr, Aişe (r.a.) ve bezerlerinden daha üstün değildirler. Buna rağmen bu yüce zatlar yaptıkları çarpışmalardan dolayı övülmemişlerdir. Halbuki bunlar, Allah (c.c.)'ın, Resulünün ve diğerlerinin yanında en üstün derecededirler. Ehlül Harre orasında âlim zatlar olduğu gibi, İbnül Eş'as'ın taraftarları arasında da bir çok âlim zatlar bulunuyordu.

Hasan El-Basrî şöyle diyordu:

“Haccac, Allah (c.c.)'ın belasıdır. Allah (c.c.)'ın belâsını ellerinizle def etmeyiniz. Ancak itaat edip Allah (c.c.)'a yalvarınız.”

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Doğrusu biz onları azaba tuttuk da, yine Rablerine karşı boyun eğmediler. Onlar yalvarmıyorlar.” (Mü'minûn: 23/76)

Talk b. Hubeyb:

“Takva yoluyla fitneden korununuz” deyince;

“Takva'yı bize açıkla,” dediler. O da şöyle dedi:

“Allah (c.c.)'ın emrettiği şekilde Ona itaat ederek, rahmetini dilemek ve yasak ettiklerini terkederek azabından korkmaktır.”

İslâmın üstün simalarından daha birçok kişi, daima müslümanları isyandan, kıtal ve fitneden alıkoymuşlardır. Abdullah b. Ömer, Said b. Müseyyib, Ali b. Hüseyn ve başkalarının El-Harra yılında Yezid'e karşı gelmeyi nehyettikleri gibi, Hasan Basri, Mücahid ve başkaları da İbnül Eş'as'ın olayında müslümanları fitneden alıkoymuşlardır.

Binaenaleyh Ehl-i Sünnet; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in fitne ile ilgili hadislerini de nazar-i dikkate alarak isyanın terkedilmesine karar vermişlerdir. Bu fikride akaid kitaplarında zikretmişler, yaptıkları işkencelerden dolayı idarecilere karşı savaşmamayı ve sabretmeyi emretmişlerdir. Bu gibi idarecilere karşı savaşan birçok ilim adamı olmuşsa da Ehl-i Sünnet bunu tasvîb etmemişlerdir.

İsyankârlara karşı olan savaş ile, Emr-i Bilma'ruf ve nehy-ı anilmünker'e müteallik olan savaş, fitne kıtaline benzetilebilir, fakat aynı değildir. Bunu burada genişçe anlatmak da yeri değildir.

Zaten Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bu husustaki hadislerini iyice düşünen kimse, bu işin en doğrusunun hadiste açıklandığını anlar. Hatta bunun içindir ki, Hüseyin (r.a.), Irak ehlinin kendisine yaptıkları davetiye üzerine Irak'a gitmek isteyince, İbn-i Ömer, İbn-i Abbas ve Ebubekir b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam gibi ileri gelen din âlimleri, Hüseyin'e (r.a.) Irak'a gitmemesini tavsiye etmişlerdir. Çünkü bu zatlar, Hüseyin'in (r.a.) şehid edileceğini tahmin etmişlerdi. Hatta bu âlimlerden biri Hüseyin'e (r.a.):

Allah seni ölümden korusun, derken; bir diğeri de:

Eğer çirkin kabul edilmeseydi seni bağlar, Irak'a gitmene mâni olurdum, demiştir. Tabiî ki bu zatlar Hüseyn'e (r.a.) nasihat etmekle hem Onun hem de müslümanların maslahatını düşünüyorlardı.

Allah ve Resulü, fesadı değil islahı emreder. Fakat insanın ictihadı bazan isabet bazan da hata eder.

Netice de Hüseyin'e (r.a.) nasihat eden âlimlerin görüşünün isabet ettiği ortaya çıktı. Çünkü O'nun Irak'a gitmesinde ne dünya ve ne de dinin bir maslahatı vardı. Aksine zâlim ve isyankârlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın torununu zülmen şehit ettiler. O'nun şehid edilmesiyle de en büyük fesad zuhur etmiştir.

Hüseyin (r.a.) evinde otursaydı, meydana gelecek olan fesad elbette daha az olacaktı. Üstelik Hüseyn'in (r.a.) niyetinde olan iyiliği celp ve kötülüğü bertaraf etme arzusu, hiçbir fayda vermedi. Aksine Irak'a gitmekle ve şehid edilmekle fitneler arttı.

Nasıl ki Hüseyin'in (r.a.) şehid edilmesi fitnelere sebep olduysa, Osman'ın (r.a.) şehid edilmesi de fitnelere sebep olmuştu. Bütün bunlar gösteriyor ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın emrettiği gibi, zâlim idarecilerin zulmüne karşı sabredip onlarla savaşmamak hem dünya hem ahiret için hayırlıdır.

Bilerek veya yanılarak buna muhalefet edenin hareketinden fayda değil zarar gelir. Yine bunun içindir ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hasan'ı (r.a.) medhederek şöyle buyurmuşlardır:

“Bu benim evladım, Seyyiddir. Allah, istikbalde bunun vasıtasıyla iki büyük müslüman gurubun arasını islah edecektir”

Rasulullah hiçbir zaman bir fitnede çarpışan, idarecilere karşı gelen, onlara itaat etmeyen ve cemaattan ayrılan bir tek kişiyi medhetmemiştir.

Buhari'de bulunan ve İbn-i Ömer'den rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:

“Konstantiniyye'ye (İstanbul) savaş açacak ilk ordu affedilmiştir.”

Konstantiniyye'yi fethetmek için ilk çıkan ordu, Muaviye'nin (r.a.)  techiz edip başına oğlu Yezid'i tayin ettiği ordudur. Hatta Ebu Eyyüb El-Ensâri gibi ashabın ileri gelenleri de bu ordunun içindeydi.

Râfizînin, Yezid'e nisbet ettiği, kadınları câriye tutup onları eğer siz develeri bindirme meselesine gelince:

Bu da açık yalanlardandır. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ümmeti, hâşimiyye bir hanımın câriye olarak tutulmasını asla helâl görmez. Hüseyin'e (r.a.) karşı savaşanlar, saltanatlarının ellerinden gitmesinden korktukları için savaşmışlardır. Nitekim şehid düşünce iş bitmiş, yakınları da Medine'ye gönderilmiştir. Fakat râfizîlerin cehaletine ulaşılmaz. Şüphesiz ki Hüseyin'in (r.a.) şehid edilmesi en büyük günahlardandır. O'nu şehid eden veya öldürülmesine rıza gösteren dahi cezaya müstahaktır. Buna rağmen O'nun şehâdeti babasının, kızkardeşinin kocası Ömer'in (r.a.) ve halasının kocası olan Osman'ın (r.a.) şehid edilmesinden daha büyük değildir.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol