Kur'an ve Sünnet
   
 
  2.1.9

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.1.9

 

Ey Râfizî!

“Allah cisim değildir” sözüne karşı şöyle deriz:

Cisim kelimesinde icmâlî bir mâna vardır. Bazan cisim kelimesiyle parçaları dağınık olup sonradan toplanan veya bölünme ve toplanmayı kabul eden veya madde ve şekilden meydana gelen mürekkep anlaşılır. Allah (c.c.) ise bütün bunlardan münezzehtir. Bazen de cisim kelimesiyle kendisine işaret edilen, görülmesi mümkün olan veya sıfatlarını kendisinde kâim olduğu varlık anlaşılır. Allah (c.c.) ise duada kastedilir, ahiretde gözle görülür, sıfatları da zâtıyla kâimdir.

Eğer sen Ey Râfizî, “O cisim değildir” cümlesiyle bu ikinci maninin nefyini, -yokluğunu- kastediyorsan, bu verdiğimiz mânâ sahih nakil ve salim akılla sabittir. Üstelik sen bunun aleyhine bir delil getirebilmiş değilsin.

Bütün bunlara rağmen “cisim” lâfzını Allah için kullanmak veya kullanmamak bidattir.

Çünkü vârid olan nasslarda ve Selefin sözlerinde bu hususta hiçbir açıklama yoktur. Allah (c.c.)'a “Cevher” veya “Cihet” nisbet etmek de görülmüş değildir.

(Gaybı ilgilendiren bütün konularda müslüman nasslarla sabit olduğu şekilde konuşmalıdır. İnkâr etme ve etmeme cihetine fikir yürüterek gitmemelidir. Bu hususta selefin yolunu tutmalıdır. İsim ve sıfatlarda da bu durum böyledir. Mesela “İstiva” vardır. Fakat keyfiyeti meçhuldür. Ona iman etmek de vâciptr. Keyfiyetini araştırmak bid'attır. Şeyhul İslâm İbn-i Teymiyye de bütün kitaplarında Seleften, İmam Mâlik ve başkalarından vârid olan kelimelerin aynısını kullanmıştır.)

“Hiçbir mekânda değildir” şeklindeki sözün de böyledir.

Çünkü Mekân ile;

- bir şeyi içine alan, onu çevreleyen ve kendisine ihtiyaç duyulan yer anlaşıldığı gibi,

- varlığı olsa dahi âlemin üstünde ve ötesinde bir varlık da anlaşılır.

İşte Allah (c.c.) birinci manâdan münezzehtir. İkinci manâya ise evet, diyoruz. Çünkü Allah yaratıklarının üstündedir.

Hiçbir Hâlık ve Mahlûk yoktur ki, Hâlık, Mahlûktan üstün olup bu üstünlüğü de apaçık olmasın.

O zahirdir. O'nun üstünde hiçbir varlık yoktur. O arşına istivada bulunmuştur. Yarattıklarından ayrıdır. Arşa istiva ettiği kitap ve sünnet ile sabit olup bu hususta müslüman ümmeti ittifak halindedir.

İnsanlara gerekli olan Allah'a ve Rasûlüne iman ile Onu tasdik ve itaattir. İşte bu durum bütün saadetin kaynağıdır.

Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur.

“Elif, Lâm, Ra. Bu Kur'an öyle büyük bir kitaptır ki, insanları Rab'lerinin izniyle karanlıklardan aydınlığa, herşeye galip ve hamde layık olan Allah'ın yoluna çıkarman için Onu sana indirdik.” (İbrahim: 14/1)

Allah (c.c) mukaddes isim ve sıfatlarını tam ve tafsilatlı olarak açıklamaları, icmalen de Allah (c.c.)'ın hiçbir noksan sıfata sahip olmadığını, bir şeye benzemediğini bildirmek üzere Peygamberlerini göndermiştir.

Allah (c.c.) sonu olmayan, kemal sıfatlarıyla muttasıf, her yönden de noksan sıfatlardan münezzehtir. Kemâl sıfatlarda da ona benzer olması mümkün değildir.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Cennette kimsenin hatırına gelmiyecek nimetler vardır.” (Müslim Cennet: 51)

Mahlûklarda durum böyle olunca, acaba Allah (c.c.) hakkında nasıl olacaktır?

İbn-i Abbas:

“Dünyada cennet nimetlerinin ancak isimleri vardır.” buyuruyor.

Bu iki yaratık, yani dünya ve ahirette isimleri aynı olup, fakat hakikatte tamamen ayrı olan ve dünyada iken ahirettekinin hakikati kavranamıyorsa, -ki böyledir- Allah (c.c.)'ın muttasîf olduğu kemâl sıfatlarının kulun sıfatlarından daha üstün ve onlardan tamamen ayrı olmaları elbette kesin olacaktır. Fakat hakikatlerini idrak etmek mümkün değildir.

İbn-i Teymiyye devamla şöyle diyor:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan sahih olarak gelen haberlerin muhtevasına inanmak farzdır. Rasûlullah'tan gelmeyen haberler hakkında ise mütekellim'in kastettiği şeyin ne olduğu bilinmediği müddetçe müsbet veya menfi hüküm vermek ve inanmak farz değildir. Tafsilatını bilmeden mücmel kelimeler hakkında müsbet veya menfi hüküm vermek, insanı cehalete, sapıklığa ve dedikoduya sevkeder. Akılcıların en çok ihtilaf ettikleri konunun, isimlerdeki müştereklik olduğu söylenmiştir.

Allah (c.c.)'ın (c.c.) cisim olduğunu ortaya atanlar Şiîler olmuştur. Cisim lâfzını ilk ortaya atan Râfizîlerin kelâmcısı sayılan Hişam bin El-Hakem'dir. İbn-i Hazm da böyle nakletmektedir.

Eş'arî “Makâlât el-İslâmiyyîn” adlı eserinde tecsim -Allah (c.c.)'ı cisim kabul etme - konusunda râfizîleri altı guruba ayırıyor.

1 - Hişâmiyye: Bunlar Hişam bin el-Hakem'in taraftarlarıdır. Onlara göre ma'butları cisim olup, O cismin de en ve boy gibi sınırı vardır. O gümüş parçası gibi etrafa ışık yayar. Yuvarlak inci tanesi gibi parlar. Rengi, tadı ve kokusu vardır.

2 - Bu fırka, Allah (c.c.)'ın ne şekil ve ne de cisimden ibaret olduğunu söylüyorlar. “O cisimdir” sözünden, O'nun var olduğunu, parçalardan mürekkep olmadığını anlıyorlar. Aynı zamanda Onun hissedilmez ve keyfiyetsiz olarak arşı kuşattığını ifade ediyorlar.

3 - Bu guruptakiler Allah (c.c.)'ın insan suretinde olup fakat cisim olmadığını iddia ediyorlar.

4 - Bu gurup da Hişam bin Salim el-Cevâlikî'nin taraftarlarıdır. Allah (c.c.)'ın insan suretinde olup fakat et ve kandan mürekkep olmadığını, ancak O parlayan bir nur ve beş duyuya sahip el, ayak, burun, ağız, göz ve daha başka organları olduğunu iddia etmektedirler.

Ebu İsâ el-Verrâk  (Hâşâ!) Allah (c.c.)'ın uzun ve siyah bir saçı olduğunu ve bu saçın siyah bir nur saçtığını iddia etmektedir. (Şiî kelamcılarındandır. Esas ismi Muhammed bin Harun'dur. Mutezile âlimleri Onu tenkid ederler. Kesin olmamakla beraber Harun Reşid zamanında yaşadığı tahmin edilir. Ebu'l-Hasan el-Eşarî küfründen bahseder. Râfizîler bunu inkar edemezler. Kendileri dahi bunu itiraf etmektedirler.)

5 - Bu fırka Allah (c.c.)'ın lambanın ışığı gibi saf bir ışığa sahip olduğunu söylerler. Öyle ki, nereden gelirsen gel O, seni hemen görür. Şekli olmadığı gibi, mürekkep de değildir.

6 - Râfizîlerin bu fırkası da Allah (c.c.)'ın cisim ve şekilden ibaret olmadığını, ne durgun ne de hareket halinde olduğunu, elle hissedilmediğini söylemektedirler. Bunlar Tevhidi Mu'tezile gibi anlarlar.

İmam El-Eş'arî bu son fırka hakkında:

“Bunlar Râfizîlerin son zamanlarındaki fırkalarıdır.” demektedir. Halbuki ilk zamanlarda ki Râfizîler yukarıda anlattığımız gibi maddeye benzetirler.

 

Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol