Kur'an ve Sünnet
   
 
  3.8.14---3.8.15

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.8.14

 

Râfizî şöyle diyor:

“Ebu Said Ali'ye :

“Seni sevmek imandır, sana buğzetmek de münafıklıktır. Cennete ilk önce girecek olan seni seven kimsedir. Cehenneme de ilk girecek olan sana buğzedendir.” demiştir.

 

Bu hususta da Rafızi'ye diyeceğimiz şudur:

Bu da yapılan iftiralardan bir tanesidir.

Müslüman, hiçbir zaman haricîlerle Nâsibiler (Ehl-i Beyt düşmanları); Firavun, Ebu Cehil ve diğer kâfirlerin liderlerinden önce cehenneme gireceklerdir, der mi?

Yoksa müslümanın, peygamberler başta olmak üzere herkesten önce cennete girecek olanların, sapık İsmâilîler, yalancı Râfizîler ve fâsık İmâmîler olduğunu söylemesini mi istersiniz?

Râfizînin iddiası;

Nasîbilerin: “Kim Yezid ile Haccâcı”,

Haricîlerin: “Kim İbn-i Mülcem'i severse cennete, kim de onlara buğzederse cehenneme girer.” şeklindeki iddialarına benzer.


بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.8.15

 

Râfizî şöyle diyor:

“Haverzem'in en ünlü hatibi, Ebu Zerr'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

“Hilafeti iddia ederek Ali'ye düşmanlık eden kâfirdir. O kimse Allah ve Rasulüyle harb etmiştir.”

Enes şöyle der: Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında bulunduğum bir sırada Ali'nin geldiğini gördü ve şöyle buyurdu:

“Ben ve bu (Ali (r.a.)) kıyamet gününde ümmetime karşı Allah (c.c.)'ın hüccetleriyiz.”

Muaviye b. Haybetül-Kuşeyrî şöyle diyor:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Ali'ye:

“Sana buğzederek ölen kimse, yahûdî veya nasrânî olarak ölürse umursama!” dediğini işittim.

Biz, muhalifimizin buna benzer hadis rivayet etmekle beraber, güvenilir âlimlerimizin de bunlara benzer daha birçok hadis rivayet ettiklerini gördüğümüz için, bu hadislere müracaat etmemiz ve onların dışındakilere de sırt çevirmemiz vacip oldu.”

 

Ey Râfizî!

Haberin sıhhatini talep ediyoruz. Muvaffak b. Ahmed b. İshak adındaki Haverzem hatibinin mücerred nakli haberin sübûtuna delâlet edemez. Öyle ki bahsettiğin bu adam teliflerini uydurma haberlerle doldurmuştur. Bu te'liflerine hayret eden sadık muhaddisler, Allah'ım! Seni tenzih ediyoruz, bu ne büyük iftiradır, demekten kendilerini alamazlar.

Hadîs ilmini bilenler, yukarıda zikredilen haberle benzeri haberlerin, ashab ve tabiîn asırlarının sona ermesinden sonra yalancılar tarafından uydurulan yalanlar olduklarını gayet iyi bilirler.

Biz, tevatür derecesine varan haberlerle biliyoruz ki; Ensar ve Muhacirler Allah ve Resulünü severlerdi. Rasulullah da onları gayet iyi seviyordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra imam, o yüce ashab'ın ittifakı ile Ebubekir (r.a.)'dir. Yakinen bildiğimiz bu haberleri, yalan haberlerle reddetmemiz nasıl mümkün olabilir?

Kaldı ki, Râfizî'nin bu iddiaları az da olsa kendisine itimad edilen hiçbir eserde mevcud değildir. Bütün bunlardan başka Allah (c.c.)'ın kitabı, bir çok yerlerinde Allah (c.c.)'ın muhacir, ensar ve onlara iyilikle tabî olanlardan razı olduğunu açıkça beyan ediyor.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Hakikaten Allah, (Hudeybiye'de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit, o mü'minlerden razı oldu.” (Feth: 48/18),

(Bilhassa bu ganimet), O, fukara muhacirler içindir ki, (Mekke müşriklerinin tazyiki üzerine) yurdlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Onlar, Allah'dan bir rızık ve rıza isterler...” (Haşr: 59/8),

“And olsun ki, Allah, Peygambere ve güçlük saatinde (Tebük savaşında çekilen sıkıntı ve mahrumiyet günlerinde) ona uyan Muhacirler'le Ensar'a lütfetti...” (Tevbe: 9/117)

Buna benzer daha birçok âyet-i kerime vardır.

 

Ey Râfizî!

Senin uydurma ve yalan haberlerinle bu nass'ları reddetmek mümkün müdür?

Kaldı ki, senin bu haberlerinde (hâşâ!) Ali'nin (r.a.) Allah ve Rasulüne olan imanını reddeden durumlar mevcuttur.

(Ebu Zerr (r.a.), tarikiyle rivayet ettikleri uydurma hadiste, hilafeti iddia ederek Ali'ye karşı çıkanların kâfir oldukları hususunda ifade vardır. Şiîler Ali'ye (r.a.) karşı çıkanlarla Ebubekir  ve Ömer'i (r.a.) kasdediyorlar. Halbuki Ali (r.a.), her ikisine de biat ederek, onlara itaat etmiş ve onları övmüştür. Halbuki Ali'nin (r.a.), hilâfeti iddia ederek Allah ve Rasulüne harb ilân edenleri övmesi onun için noksanlıktır. Bu durum Ali'nin (r.a.) Allah ve Rasulüne inanmadığını (hâşâ!) gerektirir. (Tabii ki, şiîlerin farkına varmadan yaptıkları yalan iddialarına göre bu sözler söylenmiştir.)

Ey Râfizî!

Hilafete talib çıkarak Ali (r.a.) ile mücadele edenlere kâfir diyecek olursan, yine Ali'nin (r.a.) nass ile amel etmediğini iddia etmiş olursun. Halbuki Ali (r.a.), bizzat onlara müslüman demiştir. Hatta İbn-i Mülcem, Onu yaralayınca, “Yaşarsam kan sahibi benim” demiş ve onu öldürtmemiştir. İbn-i Mülcem, Mürted olsaydı, Ali (r.a.) mutlaka onu hemen öldürecekti. Yine Ali (r.a.)'den mütevâtiren sabit olmuştur ki, o, cemel vakasında kaçanların takib edilmesini, yaralıların öldürülmesini veya mallarının ganimet olarak alınmasını nehyetmiştir.

Rivayet ettiğin hadîs'e (!) göre bunlar kâfir ise, onun yalan olduğunu söyleyen ve onunla amel etmeyen ilk kişi Ali (r.a.) olmuş olur. Sıffin vakasında da karşı taraftan şehid düşenlerin cenaze namazlarını kılarak:

“Bunlar kardeşlerimizdir. Bize isyan ettiler ama kılıç onları temizledi.” diyordu.

Biz kesin olarak biliyoruz ki, Ali (r.a.), ona karşı çıkanları hiçbir zaman tekfir etmemiştir. Ali'ye (r.a.) karşı çıkanlar kâfir olsalardı Hüseyn'in (r.a.) kendi isteğiyle hilafeti onlara teslim etmesi helâl olmazdı. Halbuki kuvvet bakımından da güçlü idi. Fakat bu hareketin doğruluğu dedesinin sözüyle ortaya çıktı. Bu hususta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

“Muhakkak benim bu oğlum efendidir. Allah , onunla müslüman iki büyük kabilenin arasını islah edecektir.” (Buhari Sulh: 9, Fedail: 2, Menakıb: 25, EbuDavud Sünnet: 12, Tirmizi, Menakıb: 30).

Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. Ama sana göre Allah, onunla mürtedlerle (hâşâ!) müslümanlar arasını islah etmiştir. Üstelik sana göre ma'sum imam Allah (c.c.)'ın kullarına olan lütfudur. Halbuki ettiğin iddialara göre ma'sum imam lütuf değil aksine bela olmuştur. Çünkü ona muhalefet edenler mürted ona muvafakat edenler de zelîl olmuşlardır. Masum imamdaki maslahat nerede kaldı?

Hani siz; Allah (c.c.)'ın kullar için maslahatlı olanı yaratması vaciptir, diyordunuz. Halbuki, Ali'ye (r.a.) karşı çarpışıp onu tekfir etme imkanını haricîlere veren yine Allah'tır. Ma'sum imamların da, zimmîler gibi korku altında ve takiyye içinde yaşamalarını takdir eden yine Allah'tır. Kaldı ki, zimmiler dinlerini açıkça yaşıyorlar. Allah (c.c.)'a vacip kıldığın lütuf ve maslahat nerede kaldı?

 Hem de sen, ma'sum diye iddia ettiğin imamlarının Allah katında insanlara karşı kesin deliller ve güvenilir âlimler olduklarını, doğru yolun ancak onların yolu olduğunu, onlara tâbi olunmadığı müddetçe kurtuluşa nail olunmayacağını iddia ediyorsun. Senin iddia ettiğin sonuncu imam da asırlardan beri gizlenmiş, insanlar ne dinleri ve ne de dünyaları için ondan asla istifade etmemişlerdir.

Bundan da anlaşılıyor ki, râfizîliği ancak bir zındık ortaya koymuştur.

Akıl sahibi olan her fert, ehl-i sünnetin Ali'ye (r.a.) karşı bir tepkileri olmadığını gayet iyi bilir. Onlar asla peygamberlerini tekzib etmez. Onun emirlerini de reddetmezler.

Ehl-i sünnet, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'nin (r.a.) imameti hakkında açık nasslarının var olduğunu bilselerdi, herkesten önce kendileri O'na biat edeceklerdi. Bu husustaki hükmün ehli sünnete kapalı kaldığını iddia etmek, dinin bir hükmünü terkettiklerini ileri sürmektir.

Ey Râfizî!

Ehl-i Sünneti nasıl yahudi ve hıristiyanlara benzetebiliyorsun? Aslında Rasulullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem)yalan isnad ederek onun hakkında hadis uydurman belâ olarak sana yeter. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:

“Kasden bana iftira eden, cehennemdeki yerini hazırlasın.”

Evet, Allah ve Resulünün beyan buyurdukları nassları yine onların inadına gizle, yen cehennem ehlindendir.

“(İmametin Ali'nin (r.a.) hakkı olduğuna dair) güvenilir âlimlerimizden birçok hadis rivayet etmişizdir.” şeklindeki sözüne gelince, sana şöyle cevap veririz:

Bu sözünüz hiç bir zaman âlimlerinizin güvenilir ve onlardan naklettiğiniz hadislerin de sahih olduklarına delâlet etmez.

Kaldı ki biz ehl-i sünnet vel cemaat olarak hadis âlimlerimizi bazı hususlarda tenkid etmişizdir. Bu hususta eser bile te'lif edilmiştir. Hadisin derecesini tesbit etmek için ehl-i sünnet, elinden gelen çabayı göstermiş ve kimseye dokunmazlık hakkı vermemiştir.

Ama siz râfizîlerin indinde bir muhaddisin güvenilir olabilmesi için, hadisi ma'sum (!) imamlardan alması ve imamı olması şarttır. Bu evsafta olan muhaddisin yalan, yanlış veya doğru söylemesi sizce müsavidir. Siz muhaddislerimizin sizinkiler gibi yalancı olduklarını iddia ediyorsanız, şunu iyi biliniz ki, aralarında bilerek veya bilmeyerek hadiste yalana teşebbüs eden olmuşsa da siz her halinizle onlardan daha yalancısınız.

Ama Allah (c.c.)'a hamd olsun hadislerin senedlerine bakmadan onlarla amel etmek bize haramdır.

Ey sapık râfizî sen nasıl bu âlim güvenilirdir, şu güvenilir değildir, diyebilirsin?

Bununla beraber ismini hecelemekten de âcizsin!

Gerçek olan elinizdekilerin çoğu ehl-i kitabın elindekiler gibi yalancı dillerden dökülen haberlerdir.

Kaldı ki, râfizîlerin yalanları darb-i meseller şeklinde dile getirilmiştir. Haricîlerin sizden daha belalı olduklarını bilmemize rağmen, onları yalancılıkla itham edemeyiz.

Çünkü onları tecrübe ettik. Onlar leh veya aleyhlerin, de olsa da doğru olanı araştırıp bulmağa çalışıyorlar. Ama siz öyle değilsiniz. Doğru kişiler aranızda (deri üzerindeki) ben gibidir.

 İbnü'i Mübarek şöyle diyor:

“- Din, hadis ehlinin,

 - kelâm ve hileler rey ehlinin,

 - yalan ise râfizîlerindir.”

Ehl-i Sünnet ve muhaddisler, arzularına uygun olsa da yalana rıza göstermezler.

Nakkaş, Kâti'î, Sa'lebî, Ehvaz, Ebu Nua'ym, Hatîb, İbn-i Asâ'kir ve benzerlerinin, Ebubekir, Ömer, Osman (r.a.), hatta Muaviye'nin faziletleriyle ilgili olarak nice hadisler rivayet etmişler ki, Ehl-i sünnet'in muhaddisleri onları kabul etmemişlerdir.

Üstelik onlar arasında bulunan uydurma hadisleri de ortaya çıkarmışlardır. Hadis senedlerini kontrol ettiklerinde hüviyyeti meçhul olan birini görseler bile orada dururlar.

Ama siz ey râfizîler!

Hadis ister zaîf ister doğru olsun, onun mutlaka arzunuz istikametinde olması gerekir ki, hadis olma şartı tahakkuk etsin. Sabit bir nass getirseniz dahi, sizin bu iddianıza asla delâlet etmez.

 

Biz ehl-i sünnet olarak kendilerine dayandığımız delililer, Kur'an'ın nassları, sahih hadisler ve sizden başka bütün müslümanların üzerinde ittifak ettikleri hükümlerdir. Bu delillere tenakuz arzedecek bütün delilleri reddederiz.

 

Ebü'l-Ferac İbnü'i Cevzî şöyle diyor:

“Ali'nin (r.a.) faziletiyle ilgili sahih hadisler çoktur. Ancak râfizîler bunları yeterli görmediler. Hadis uydurmaya başladılar fakat Ali'yi (r.a.) yücelteceklerine onu aşağıya çektiler. İhtiyaç vardır deyip, bâtıl isnadlarla Onun hakkında cildler doldurdular.”

Ama ey Râfizî!

Sen uydurulanların tümünü dile getirmedin. Biz, iddiana delâlet etmek için uydurulmuş daha nice haberler biliyoruz.

Ali'nin (r.a.) meziyetleriyle ilgili olarak uydurulmuş haberlerden bir tanesi Nesâî'nin Abbad b. Abdullah el-Esedî'den rivayet ettiği haberdir. Habere göre Ali (r.a.) şöyle buyuruyor:

“Ben Allah (c.c.)'ın kulu ve Rasulünün kardeşiyim. En büyük Sıddîk benim. Benden başka bu sözü söyleyen, ancak yalancıdır. Ben, henüz insanlar namaz kılmadan önce yedi sene namaz kıldım.” (Hadisi Ahmed b. Nasr ez-Zerra' rivayet etmiştir)

İbnü'l Cevzî :

“Müslümanlardan yedi sene önce İslâmı kabul ettim.” sözü uydurma olup, Abbad da itham edilmiş bir şahsiyettir.

İbnü'l Medînî de, Abbad'ın hadiste zaîf olduğunu söylemiştir. Bizce Ali (r.a.), söylemiş olduğu iddia edilen sözden çok daha sâdık ve itaatkâr idi. Hadisi rivayet eden ya kasden yalan söylemiş veya yanlış duymuştur.

Ebu'I Ferec şöyle diyor:

“Yukardaki haber ile benzerlerinin bâtıl olduklarını isbat eden delillerden bir tanesi Hatice, Ebubekir  ve Zeyd'in (r.a.), Ali (r.a.)'den önce müslüman olduklarında ittifakın mevcut olmasıdır.

Ömer (r.a.), Peygamberlikten altı sene ve kırkıncı kişi olarak İslâmı kabul ettiğine göre, Ali'nin (r.a.) müslümanlardan yedi sene önce namaz kıldığı iddiası nasıl doğru olabilir?”

Merfu' olarak rivayet edilen ve iddiaya göre Ali'nin (r.a.) “Ben en büyük Sıddık'ım” sözü, Ahmed b. Nasr ez-Zerra'ın uydurmalarındandır.

(Dârakutnî, Ahmed b. Nasr'ın deccal olduğunu söyledikten sonra, uydurduğu hadislerden bir tanesini zikrederek şöyle der:

Ali (r.a.) şöyle diyor:

Rasulullah ile yola çıktım. Bir hurma ağacı diğer bir hurma ağacına seslenerek: Bu Nebiyy-i Mustafa,bu da Aliyy-i Murtazadır, dedi. )

(Abbad b. Ya'kub er-Revâein hakkında daha evvel bilgi vermiştik. Ali b. Haşim el-Kûfî el-Hazaz, hakkında da İbn-i Hıbban şöyle diyor:

Aşırı giden bir Şiîdir. Buhari de, kendisiyle babasının Şiîlikte aşırı olduklarını söyler. H. 181 de ölmüştür. )

“Kıyamet gününde benimle ilk münakaşa edecek olan sensin. Sen en büyük sıddıksın. Sen faruksun. Sen mü'minlerin liderisin.” şeklindeki hadis de uydurmadır.

Bu hadisin bir başka rivayetinde Abdullah b. Dâhir  vardır ki, İbn-i Main: Ondan haber alınmaz, demiştir.

(Abdullah b. Dâhir el-Ahmerî er-Râzi hakkında Ahmed b. Hanbel ve Yahya, Onun muteber olmadığını, kendisinden hayır gelen bir şahsın ondan hadis rivayet etmediğini söylerler.

Akîli, Abdullah b. Dâhir'in berbat bir râfizî olduğunu söylüyor. ) 



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol