Kur'an ve Sünnet
   
 
  2.3.23

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.3.23

 

Râfizî şöyle diyor:

“Âişe, Rasulullah'ın sırrını ifşa etmiştir.”

Râfizî şu ayeti kasdediyor:

“Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. O, bunu peygamberin diğer bir eşine haber verince, Allah da durumu Peygambere bildirmiş, O da bir kısmının yüzüne vurmuş bir kısmının yüzüne vurmaktan geri durmuştu...” (Tahrîm: 66/3)

Sahihte sabit olduğu gibi Rasulullah'ın bu zevceleri “Âişe ve Hafsâ”dır.

Râfizî devamla şöyle diyor:

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Aişe'ye:

“Sen Ali'ye karşı savaşacaksın ve Sen Ona karşı zâlimsin.” buyurmuşlardır. Âişe, Allah'u Teala'nın:

“Evlerinizde oturun” (Ahzab: 33/33) mealindeki emrine muhalefet ederek, müslümanlar Osman'ın katline icma ettiler diye Ali'ye karşı büyük bir ordu ile savaşmıştır. Her zaman Ali için:

Onu öldürünüz, derdi. Talha, Zübeyr ve onbinlerce müslüman nasıl Aişe ile beraber olup Ali'ye (r.a.) karşı savaşmayı caiz gördüler?

Bunlar Rasulullah'ın huzuruna nasıl çıkacaklar?

Halbuki bize göre bir kişi bir başkasının hanımıyla konuşur, onu evinden çıkarır ve onunla sefere çıkarsa insanlar arasında kadının kocasına en şiddetli düşman o kimse olacaktır. Talha, Zübeyr ve diğer müslümanlar nasıl oldu da Aişe'ye itaat ettiler?

Öte yandan Ebubekir'den hakkını talep etmeğe kalktığında onlardan hiçbiri Rasulullah'ın kızına yardımcı olmadı.”

Ey Râfizî!

Ehl-i sünnet adaletli davranırlar. Onların sözleri adalete uygun olup, aralarında tenakuz yoktur.

Râfizîier ve bid'at ehli ise nefsi arzularına uyarlar ve sözlerinde de tenakuza düşerler. Şöyle ki:

Bütün ehl-i sünnete göre Bedir savaşına katılanlar cennet ehlindendir. Mü'minlerin valideleri de (Rasulullah'ın bütün hanımları) cennet ehlindendirler. Bunun için de hata ve günahlardan arınmış olmalarını şart koşmamışlardır.

Ehl-i sünnet, bu yüce zatların hata işlemelerini, küçük veya büyük günah işleyip ondan tevbe etmelerini caiz görmüşlerdir. Bu hususta ittifak halindedirler. İşlenen günahtan tevbe edilmese de küçük günahlar büyük günahlardan sakınılmakla affedilirler.

Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre büyük günahlar da büyük sevablar ve musibetlerle imha edilirler. Temel görüşleri bu istikamette olan ehl-i sünnet:

Ashab'a nisbet edilen seyyiât'ın büyük bir kısmı yalandır. Bir kısmında da ictihad etmişlerdir. Fakat insanların büyük bir kısmı onların ictihadlarını anlamamışlardır. Yaptıkları ictihadlarda günah işlemiş oldukları takdir edilse de, bu günah ya tevbe ile ya günahları imha eden bir iyilikle veya günahlara keffaret olan çeşitli musibetlerle affolunmuştur. Nitekim cennet ehlinden oldukları (Bilhassa cennetle müjdelenenlerden olan Talha ve Zübeyr) hususunda delil vârid olmuştur.

Binâenaleyh cehennemi gerektirecek bir şeyi işlemeleri imkansızdır.

“Onlardan biri cehennemi gerektirecek bir durum üzerine vefat etmediğine göre, cennet ehlinden olmadıkları hususunda onlara dil uzatılamaz” diyorlar.

Biz de onların cennet ehlinden olduklarını böylece bilmiş olduk.

Bu durumu hiçbir mü'min için ileriye sürmemiz caiz değildir. Hatta cehennemi gerektirecek bir husus kendisinden sâdır olmadığı müddetçe de hiç bir mü'mine cehennemliktir, diyemeyiz. Böyle bir şeyi mü'minlerin en faziletlileri olan zatlar hakkında iddia etmek nasıl caiz olabilir?!

Onların zahirî ve bâtinî hallerini, seyyiat ve hasenatını ve ictihatlarını tafsilâtlı bir şekilde bilmeyebiliriz. Bundan maruz sayılırız. Bu hususta katı olarak fikir beyan edersek, bilmediğimiz mevzuda fikir beyan etmiş oluruz.

Bir şeyin hakikatini bilmeden onun hakkında fikir beyan etmek de haramdır.

Bunun içindir ki ashab arasında vuku bulan münakaşalar hususunda susmayı tercih etmek, hakikati iyice bilmeden fikir beyan etmekten hayırlıdır. Çünkü bu konularda yapılan konuşmaların çoğu bilmeden yapılan konuşmalardır. Bu ise haramdır. Kaldı ki bu meselelerde konuşurken malum olan hakka karşı gelmek gibi havaî bir durum varsa konuşmanın haram olmaması nasıl mümkün olabilir?

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuşlardır:

“Kadılar üç (çeşit) tür :

İkisi ateşte biri de cennettedir. Hakkı öğrenip ona göre hüküm veren kişi cennettedir. Hakkı öğrenip onun hilâfına hüküm veren ile insanlar arasında cahilane hüküm veren kimse de cehenemdedir.” (Ebu Davud Akdiye: 2)

Az veya çok olsun mal hususunda iki kişinin arasında hüküm vermenin hükmü böyle ise, birçok hususlarda ashab arasında hüküm vermenin hükmü nasıl olacaktır?

Ashab arasındaki ihtilaflarda cahilane veya bilinenin hilâfına konuşan kimse mutlaka cezaya müstahaktır.

Allah rızası için değil de, sırf nefsî bir arzu için konuşan da aynı akıbete müstahaktır.

Kim ehl-i sünnetin yolunu tutarsa konuşması istikamete girer ve ehl-i hak ile ehl-i i'tidâlden olur.

Aksi halde cehalete duçar olur. Bütün konuşmalarında tenakuza düşer ve neticede bu sapıkların, haline benzer bir hâle mübtelâ olur.

Râfizînin: “Aişe, Rasulullah'ın sırrını ifşa etmiştir.” şeklindeki sözüne gelince şöyle diyoruz:

Evvela; Şüphesiz ki Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

“Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. O, bunu Peygamberin diğer bir eşine haber verince, Allah da Peygambere durumu bildirmiş, O da bir kısmının yüzüne vurmuş bir kısmının yüzüne vurmaktan geri durmuştu. Eşine, gizlice söylediği şeyi başkasına nakletmiş olduğunu bildirince, eşi: “Bunu sana kim haber verdi?” demiş, O da: “Bana, her şeyi bilen ve her şeyden haberdâr olan Allah haber verdi.” demişti.” (Tahrîm: 66/3)

Sahihte de Ömer'den (r.a.) rivayet edildiği gibi Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) bu zevceleri Âişe ve Hafsâ'dır. Ama râfizîler hatalardan bahsetmiş olan âyet-i kerimeleri kasdederek onları çeşitli şekillerde yorumlamışlardır.

Ehl-i sünnet ise, hatâ sahiplerinin hatâlarından dolayı tevbe ettiklerini, bunun içinde Allah (c.c.) Onların makamlarını yücelttiğini söylüyorlar.

Saniyen: Mezkûr âyette Âişe ve Hafsâ'nın hata işledikleri söz konusu olsa dahi, onlar hatalarından tevbe etmişlerdir.

“Ey Peygamberin eşleri! Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, kaymış olan kalbleriniz düzelmiş olur.” (Tahrîm: 66/4) âyetinden de anlaşıldığı gibi Allah (c.c.) onları tevbeye davet etmiştir.

Binaenaleyh tevbe etmemeleri düşünülemez. Kaldı ki onların yüce makamlara sahip oldukları sabit olmuştur. Çünkü onlar Peygamber Efendimizin cennetteki hanımlarıdır. Allah (c.c), onları dünya ve zînetleri ile; Allah, Resulullah ve Ahiret gününün saadeti arasında muhayyer kıldığında onlar Allah (c.c.)'ı Resulünü ve Ahiret saadetini tercih etmişlerdir. Bunun içindir ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) O ezvâc-ı tâhirâtın üstünde evlenmeyi kendine haram kılmıştır. Bilâhare bunun mubah olduğunu söyleyenler de olmuştur. Nihayet Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde onlar hayatta idiler. Ve Kur'an'ın nassı ile mü'minlerin valideleridir. Zaten daha önce, işlenen günahların tevbe, iyilik ve çeşitli musibetlerle affedildiklerini açıklamıştır.

Sâlisen: Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ezvâc-ı tâhirâtı hakkında zikredilen hataların benzeri cennetle müjdelenen ashab ve ehl-i beytin bir bölümü hakkında da zikredilmiştir. Nitekim Ali (r.a.), Ebu Cehl'in kızını Fâtıma'nın (r.a.) üstüne alıp nikahlamak istediğinde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ayağa kalkarak şu hitapta bulunmuştur:

“Hişam b. Muğire oğulları, kızlarını Ali b. Ebi. Talib'e nikahlamak için benden izin istediler. Ben ise onlara izin vermiyorum. İzin vermiyorum, yine izin vermiyorum. Ancak ibn-i Ebi Tâlib kızımı boşar ve kızlarını nikahlarsa (olur). Muhakkak Fâtıma benden (ayrılmış) bir parçadır. Onu sevindiren şey Beni de sevindirir. Ona eza veren her şey de bana ezâ verir.” (Buhari Fedail: 12 , 16 , 29, Cuma: 29, Nikah: 109, Müslim Fedail: 96, Ebu Davud, Nikah: 13)

Bunun için Ali (r.a.) zahiren kıza talip olmaktan vaz geçmekle kalmamış, aksine kalben de o kızdan vazgeçmiş ve işlediği hatadan dolayı da içten tevbe etmiştir.

Hüdeybiye'de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), müşriklerle sulh yaparken buna benzer bir durum meydana gelmiştir. Şöyle ki:

Sulhtan sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabına:

“Kurbanınızı boğazlayın ve saçınızı kesiniz!” buyurduğunda Ashabdan hiç kimse ayağa kalkmamıştır. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kızarak Ümmü Seleme'min yanına girdi. Ümmü Seleme:

Yâ Rasulullah! Seni kim kızdırdı? Allah onu üzsün! dedi. Rasulullah:

Bana ne oluyor ki kızmıyayım? Emir vermeme rağmen emrime itaat edilmiyor! buyurdular. Ümmü Seleme :

Yâ Rasulallah! Kurbanını getireyim de boğazla. Berbere de söyle saçını kessin, dedikten sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi ismini muâhedenâmeden silmek üzere Ali'ye (r.a.) emir vermiş fakat Ali (r.a.):

“Allah (c.c.)'a yemin ederim ki, isminizi silmem,” buyurmuşlardır. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)  bizzat kendisi antlaşma kâğıdını Ali'nin elinden alarak ismini silmiştir.

Yukarıdaki hâdiseden de anlaşıldığı gibi biri kalkıp da:

Ali (r.a.) ve diğer ashabın Rasulullah'ı (sallallahu aleyhi ve sellem) kızdıracak şekilde emrine behemahal icabet etmeyip gecikmelerini günah diye nitelendirecek olursa, Ona verilecek cevap, (r.a.) Aişe'nin sır mevzuunda günah işlediğini iddia edene verilecek cevabın aynısıdır. Bazı âlimler Hûdeybiye musâlahasındaki gecikmeyi te'vil ederek şöyle diyorlar:

Ashabın gecikmelerinin sebebi, durumun değişerek Mekke'ye girme ihtimalini ummalarından idi. Bazıları da şöyle diyorlar:

Kabul edilir bir te'villeri olsaydı Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kızmazdı. Fakat onlar bu gecikmeden dolayı tevbe etmişlerdir. Kaldı ki iyilikleri bu gibi hatalarını imha etmiştir. Ali (r.a.) de bu Ashabın arasında idi. Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun.

Râfizînin hadis diye rivayet ettiği ve “Ali ile savaşacaksın” mealindeki söz ise yalandır.

Aişe (r.a.) hiçbir zaman savaşmak için çıkmamıştır. O müslümanların arasını islah etmek için çıkmıştır. O, çıkışında müslümanların maslahatı bulunduğunu düşünmüştü. Fakat daha sonra çıkmamasının evlâ olduğunu anladı. Onun içindir ki Âişe (r.a), bu çıkışını her hatırladığında mendili ıslanıncaya kadar ağlıyordu. Onun gibi diğer bütün ashab-ı kiram da savaşa katıldıkları için pişman olmuşlardır. Nitekim Talha, Zübeyr ve Ali de pişman olmuşlardır. Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun.

Haddi zâtında Cemel vak'asında onlardan hiçbirinin savaşmağa niyetleri yoktu. Fakat savaş iradeleri haricinde vuku buldu.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol