Kur'an ve Sünnet
   
 
  2.3.26

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.3.26

 

Râfizî şöyle diyor:

“Âişe, her zaman Osman'ın öldürülmesini istiyordu. O her zaman: Ahmak'ı öldürünüz, Allah (c.c.) ahmakı öldürsün, diyordu. Osman'ın öldürüldüğü haberi kendisine ulaşınca da sevinmiştir.”

Ey Râfizî!

Evvela, Âişe'ye (r.a.) nisbet ettiğin yukardaki sözleri nereden aldın?

Saniyen, Aişe'den (r.a.) sahih olarak rivayet edilen haberlerden anlaşıldığı gibi, senin iddia ettiğinin tam aksine O, Osman'ın (r.a.) şehid edilmesini şiddetle kınamış. Onu şehid edenleri zemmetmiş, hatta bu hâdiseye iştirak ettikleri için kardeşi olan Muhammed b. Ebi Bekir ve diğerlerine beddua etmiştir.

Sâlisen, farzedelim ki ashabtan biri - Âişe veya başkası - gazaba geldiği bir sırada Osman'dan (r.a.) sâdır olan ve hoşuna gitmeyen bir hareketten dolayı Onun aleyhine bir söz sarfetmiş olsa bile bir tek kişinin sözü asla hüccet değildir. Böyle bir söz ne Onu harcayanın ve ne de kendisine tevcih edilen zatın imanına zarar vermez. Aksine her ikisi de Allah (c.c.)'ın dost kulları ve cennet ehlindendirler. Hatta ashabtan biri, diğerinin katlini veya küfrünü kendi zannına binaen caiz görmüş olabilir.

Nitekim Buharî'de bulunan ve Ali'den (r.a.) naklen gelen Hâtib b. Ebi Beltea'nın kıssası da bu kabildendir. Üstelik Hâtib Bedir ve Hudeybiye ehlinden idi. Ali'nin (r.a.) rivayet ettiği hadisten de anlaşıldığı gibi;

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethetmek isterken yapılan hazırlığın gizli kalmasını emretmişti. Buna rağmen Hâtib, Mekke müşriklerine bir mektup yazarak Rasulullah'ın bazı hazırlıklarını onlara bildirdi. Allah (c.c.) da bir vahiy ile durumu Rasulullah'a haber verdi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ali ve Zübeyr'i çağırarak Onlara:

“Şimdi gidiniz, Hâh bostanına kadar ilerleyiniz. Oraya vardığınızda yolcu bir kadın bulacaksınız, yanında da bir mektup vardır. Onu alıp getiriniz!” emrini verdi. Ali ve Zübeyr, Rasulullah'ın haber verdiği şekilde hareket ederek mektubu getirdiler. Rasulullah:

“Ey Hâtib, bu ne iştir?” diye sordu. Hâtib şöyle cevap verdi:

“Yâ Rasulullah, acele etme, kerem buyur!...

Ben Kureyş'le andlaşarak bağlılık kurmuş bir kişiyim. Fakat hiçbir zaman ben, Kureyş'in mahremi ve samîmi bir ferdi olmadım. Yâ Rasulullah! Maiyetinizde muhacirlerden bu kadar kimseler vardır ki, bunların Mekke'de ailelerini, mallarını koruyacak akrabası vardır. (Benim ise himaye edecek kimsem yoktur.) Neseb cihetiyle olan bu boşluğu, Mekkeliler arasında minnettarlar kazanarak doldurmak ve bu suretle akrabamı himaye etmek istedim. Yoksa bu işi dinimden dönmek fenalığıyle işlemedim. Ve ben, müslüman olduktan sonra asla küfre razı olmadım.”

Hâtib b. Ebî Beltea'nın bu müdafaası üzerine Rasulullah orada bulunanlara:

“Hâtib size karşı kendisini amma doğru müdafaa etti,” buyurdu. (Fakat bir türlü kızgınlığı geçmeyen) Ömer:

“Yâ Rasulullah, beni bırak da şu münâfık'ın boynunu vurayım!” dedi. Rasulullah:

“Ya Ömer! Hâtib, Bedir gazasında hazır bulundu. Ne bilirsin? Ola ki, Allahu Teâlâ Bedir'de bulunanların yüce cihadlarına muttali' olmuştu da:

Ey Bedir yârânı bundan böyle ne dilerseniz işleyiniz, ben sizi affetmişimdir! diye taltif buyurmuştur,” dedi. (Buhârî Meğazi: 9, Cihad: 141, 195 İstizan: 23, İstitabe: 9, Müslim Fedail: 161, Ebu Davud Cihad: 108)

Bunun üzerine Allah (c.c.), şu ayeti kerimeyi indirdi:

“Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan onları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler Benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” (Mümtehine: 60/1)

İlim ehli bu hadisenin sıhhati üzerinde ittifak etmişlerdir. Hâdise mütevâtir olup, tefsir, hadis, fıkıh, siyer ve tarih âlimlerince ma'lumdur. Ali (r.a.), halife iken zamanında vuku bulan fitneden sonra da bu hâdiseyi anlatıyordu. Onun bu hâdiseyi fitneden sonra anlattığını kâtibi olan Abdullah b. Ebi Râfi nakletmiştir.

Ali'nin (r.a.) bu hâdiseyi anlatmaktaki gayesi de Ensar ve Muhacirin'in bütün yaptıklarına rağmen affedildiklerini beyan etmek için idi. Kaldı ki, Talha ve Zübeyr bütün müslümanların ittifakı ile Hâtib b. Ebî Beltea'dan üstündürler. Hâtib'in müşriklere mektup yazmakla Rasulullah'a ve ashabına karşı onlara yardımcı olmasından dolayı işlediği suç, Talha ve Zübeyr'e isnad edilen suçlardan çok daha büyük idi. Buna rağmen Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), öldürülmesini yasaklamıştır. Hâtib'in cehenneme gireceğini söyleyen de yalan söylemiştir. Çünkü Hâtib, Bedir ve Hudeybiye ehlindendir.  Allah (c.c.) onları affettiğini haber vermiştir. Yine buna rağmen Ömer (r.a.):

Yâ Rasulullah, beni bırak da şu münâfık'ın boynunu vurayım! diyerek Hâtib'i münafıklıkla ittiham etmiş ve katlini mubah görmüştür. Buna rağmen bu durum her ikisinin imanına zarar vermemiştir. Çünkü her ikisi de cennet ehlindedirler.

Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarında rivayet edilen ve İfk hadisesi ile ilgili durum da böyledir. Şöyle ki:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), o gün Mescid-i Saadette bir hutbe irad ederek ve bu iftirayı ilk önce ortaya atan Abdullah b. Übey b. Selûl'den nâşî söz söylemekte ma'zur tutulmasını isteyerek:

“Ehlim hakkında bana ezâ eden bir şahıs hakkında bana kim yardım eder de benim için ondan intikam alır? Vallahi ben, ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir adamın da ismini ortaya koydular ki, bu zat hakkında da ben iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu fazitetli kimse şimdiye kadar ehlimin yanına girmemiştir, ancak benimle beraber girmiştir” buyurmuşlardır. (Buhârî  Şehadet: 15, 30 Hibe: 15 Cihad: 64, Meğazi: 11, 34 Tefsir: 3, Eyman: 18, İtizam: 28, Tevhid: 35, 52, Müslim Tevbe: 56, Nesai, Taharet: 194)

Bunun üzerine (Evs kabilesinin reisi) Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak:

Yâ Rasulullah! Vallahi size ben yardım edeceğim. Eğer bu (iftiracı) Evs'den ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrec kardeşlerimizdense ne yapmak lazımsa siz emredersiniz, biz emrinizi yerine getiririz, demiş. Bu defa da Sa'd b. Ubâde ayağa kalkmış. Bu da Hazrec kabilesinin büyüğü idi. Sa'd b. Muaz'a karşı:

“Vallahi sen yalan söylüyorsun. Sen Onu, (Abdullah b. Ubeyy'i) öldüremezsin ve öldürmeğe muktedir değilsin” demiş. Bu defa da (Eşhelî ve Evsî) Üseyd b' Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubâde'ye karşı:

“Allah (c.c.)'ın beka ve ebediyyetine yemin ederim ki, sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz, elbette onu katlederiz. Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun” diye mukabele etmiş.

Hatta birbirleriyle mukateleye girişecek kadar birbirlerine girmişlerdir. Nihayet Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mimberden inerek onları yatıştırmıştır.

Mevzubahis olan bu üç zat da ilk müslümanlardan idi. Buna rağmen Üseyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubade'ye:

“Sen münafıksın, münanfıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun”, demiştir.

Halbuki her ikisi de Allah (c.c.)'ın dostlarından ve cennet ehlindendirler.

Bu hadiseden de anlaşılıyor ki kişi te'vil ederek kardeşini tekfir ederse, her ikisi de kâfir olmazlar.

Müslim'de rivayet edilen bir başka hadiste Ashab'tan bazıları, Mâlik b. Duhşum (r.a.)'ın (hâşa!) münafıklığını iddia ederek Rasulullah'dan kendisine beddua etmesini isteyince, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem). Mâlik b. Duhşum'un evinde kıldığı namazı bitirdikten sonra:

“O (Malik b. Duhşum) Allah'tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Benim Allah'ın resulü olduğuma şehadet etmiyor mu?” buyurarak, ashabın isteğini reddetmiştir. (Mâlik b. Duhşum: Ensardan ve Evs kabilesindendir. Avf b. Ömer' in oğullarından olan Mâlik, Bedir savaşına katılmıştır. Rasululah (sallallahu aleyhi ve sellem) Dırâr Mescidini yakmak üzere gönderdiği iki kişidendir. )

Bütün bu anlattıklarımızdan anlaşılıyor ki, ictihad ettikten sonra hata etmemek yüce kişi olma şartlarından değildir. Kaldı ki biz, Osman'ın (r.a.) ma'sum olduğunu da iddia etmedik. Başkası hakkında konuşulacağı zaman bilerek ve adaletle konuşulması lazımdır. Cehalet ve zulümle yapılan konuşmalar ehl-i bid'atın işidir.

Râfizîler de fezâilde birbirine yakın olan zatlardan bazılarının hatasız ve ma'sum olduklarını iddia ederken diğer bir kısmını da fâsıklık ve küfürle itham ediyorlar. Böylece cehaletlerini ve iddialarındaki tenakuzlarını ortaya koyuyorlar.

Musa ve İsa'nın peygamberliklerini ispatlamaya çalışan yahudî ve hıristiyanın Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Peygamberliğini zemmetmesi gibi.

Bazı mürid ve talebeler de tabî oldukları şeyh ve üstadlarını medhetmeğe çalışırken diğerlerinin şeyh ve üstadlarını zemmetmeleri gibi.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol