Kur'an ve Sünnet
   
 
  3.7.6---3.7.7

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.7.6

 

Râfizî:

“Farzedelim ki âyetler ehl-i beytin günahlardan arındıklarına delalet etmiyor. Lâkin Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) duası bu temizlenmenin vukuuna delalet eder” diye itiraz ederse, Ona şöyle diyeceğiz:

Gayemiz Kur'an'ın buna delalet etmediğini ifade etmektir. Kaldı ki onların ma'sum olduklarına ve imametlerine asla delalet etmez.

Ey Râfizî!

Biz de farzedelim ki ayet onların temiz olduklarına (manen) delalet ediyor. Peki onların ma'sumiyetlerini ve hata ile unutkanlığın onlardan meydana gelmiyeceğini gerektiren âmil nedir? Aslında âyet şuna delalet eder:

Allah (c.c.), Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zevcelerine emrettiği hususlarda onların hata işlememelerini istiyor. Âyetin akışından da Allah (c.c.)'ın onları kötülüklerden temizlediği anlaşılıyor. Biz de inanıyoruz ki Allah (c.c.), O yüce ezvac-ı tahireden her türlü şirk ve kötülüğü gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır. Ama hiçbir zaman Takva sahibi için küçük günahın meydana gelmemesi ve o sebeble de tevbe etmemesi gibi bir şart yoktur. Böyle bir şart olsaydı Muhammed ümmetinde muttakî (Takva sahibi) diye hiç kimseden bahsedilemezdi.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Onların mallarından bir zekat al ki, onunla kendilerini temize çıkarmış, mallarına bereket vermiş olasın.” (Tevbe: 9/103)

Görülüyor ki, mü'minlerin mallarından zekat almak, onların günahlardan arınmalarına vesile oluyor. Çünkü zekat insanların kiridir. (Yani mü'minlerin arınmalarını temin eder, yoksa zekat kirdir, alınmamalı diye bir mana çıkmaz. Müt.)

Hülâsa; âyette sözkonusu olan ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) onunla dua ettiği Tathir (arındırma) ittifak ile ma'sumiyet mânâsında değildir.

Ehli sünnet, ma'sumiyeti ancak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için kabul ederler.

Şiîler ise Ma'sumiyeti Rasulullah'tan başka yalnız Ali (r.a.) ve Onların imamları için kabul ederler.

Durum böyle olunca Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dört kişiye -Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin- dua ile talep ettiği tathir (arınma) ma'sumiyeti ifade etmez.

Ondan sonra ma'sumiyet için, hatta tathir için dua etmek kadercilerin prensiplerine göre mümteni'dir. Çünkü onlara göre insanın görevi ve onun isteği ile olan farzları yapmak ve haramları terketmek Allah (c.c.)'ın kudreti dahilinde değildir. Onlara göre Allah (c.c.)'ın, kulu temiz, itaatkâr veya isyankâr yapması mümkün değildir.

Binâenaleyh onların prensiplerine göre iyilikleri yapmak ve kötülüklerden sakınmak için dua etmek gereksizdir. Ama kaderiyye ve râfizîlerin dışında kalanlara göre kulun bir kudreti vardır. Fakat bu kudret kâfir veya mü'mini öldürmeğe yarayan kılıç gibi iki yolda kullanılabilir. Kulun isterse malını ma'siyette harcayabileceği gibi. İşte kul, sahib olduğu bu kudret ile isterse iyilik isterse kötülük yapar.

Râfizîlerin ma'sumiyet için delil olarak ileriye sürdükleri hadis haddi zâtında onların aleyhinedir.

Hadisten murad ehl-i beyt'in affolunmaları ve muâhaze edilmemeleri olduğunu söyleyecek olurlarsa, onlara göre günahlardan arınmak için Allah (c.c.)'a duada bulunmak mümteni'dir.

Hadisten murad Ma'sumiyetin sübûtudur, diyecek olurlarsa, zaten daha önce belirttiğimiz gibi imam için ma'sumiyet şart değildir.



بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.7.7

 

Râfizî şöyle diyor:

“Ali hilâfeti istemiştir. Ma'nen temiz olduğu da sabit olduğuna göre, talebinde sâdıktır.”

Ey Râfizî!

Ali'nin (r.a.) ilk halife seçimine hilafeti istediğine dair ileri sürülen iddiaya asla inanmıyoruz. Aksine Osman (r.a.) şehid edildikten sonra hilafeti istediğini biliyoruz.

Ali (r.a.) kalben istemişse de, hiç bir zaman “İmam benim, ben ma'sum'um, Rasulullah kendisinden sonra beni imam yaptı, halkın bana ittiba etmesi vaciptir” gibi sözleri söylememiştir.

Kesinlikle biliyoruz ki, bu gibi sözleri Ali'ye (r.a.) isnad edeni O'na iftira etmiştir. Yine biliyoruz ki, Ali (r.a.) insanların en muttekî olanıdır. O bütün ashabın aslı olmadığını bileceği bir yalana kat'iyyetle tevessül etmez.

“İbn-i Kuhâfe (Ebu Bekir (r.a.)) hilafet gömleğini giydi...” şeklin, deki sözü Ali'ye (r.a.) isnad etmene gelince şöyle deriz:

“Ali (r.a.) bu sözü asla söylememiştir. Söylemişse bunun isnadı nerededir? Bu söz ancak “Nehc'ül-Belâğa” da bulunur.

İlim erbabı, bu kitaptaki hutbelerin çoğunun Ali'ye (r.a.) iftira olduklarını gayet iyi bilirler.

 Onun için bu hutbelerin çoğu kaynak kitaplarda olmadığı gibi, isnadları da yoktur. Bu hutbelerde öyle şeyler var ki, Ali'nin (r.a.) onlara karşı olduğu yine Ali (r.a.)'den gelen rivayetlerle bilinmektedir.

Kaldı ki, Allah (c.c.) doğru olduğu delil ile sabit olmayan bir şeyi tasdik etmeleri için insanları mecbur kılmamıştır. Böyle bir mecburiyet, teklif-i mâlâyutak -gücün fevkinde- olur.

Durum böyle olunca biz, hadis rivayetinde, töhmete uğramış râvilerin rivayet ettiği ve Ali'nin (r.a.) hilafeti iddia ettiği istikametinde olan habere nasıl inanabiliriz?

Farzedelim ki Ali (r.a.) “İbn-Kuhâfe hilafet gömleğini giydi...” demiştir. Siz, bu sözünden neden O'nun “imam olduğu ve bu hususta nass bulunduğu” şeklindeki bir mânâyı kasdettiğini ileriye sürüyorsunuz?

Bu sözüyle ancak Ali'nin (r.a.) içtihadı bu istikamette olduğu söylenebilir. Bütün bu iddiaların vârid olmuş olsa dahi Kur'an'da böyle bir şey yoktur. Kur'an'dan getirdiğin deliller nerede kaldı?”


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol