Kur'an ve Sünnet
   
 
  3.10.4---3.10.5

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.10.4

 

Râfizî şöyle diyor:

“Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), sizin en iyi hüküm vereniniz Ali'dir, buyurmuşlardır. Doğru hüküm vermek de dini iyi bilmeyi gerektirir.”

 

Ey Râfizî!

Hadis diye iddia ettiğin bu sözün sahih isnadı yoktur ki, onu hüccet olarak gösteresin. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Helâl ve haramı en iyi bileniniz Muaz'dır” (İbn Mace Mukaddime: 11) mealindeki hadisleri de ondan daha sahihtir.

Helal ve haramı bilmek daha önemlidir. Üstelik senin rivayet ettiğin hadis ne meşhur sünen kitaplarında, ne bilinen müsnedlerde, ne sahih ve ne de zaif bir isnadla rivayet edilmiştir. Ancak hadis rivayetinde töhmete uğramış kimseler yoluyla gelmiştir. Ömer'in (r.a.):

“Ali, bizim en iyi hüküm verenimizdir,” sözü doğrudur.

Ancak hüküm vermek, zahirdeki davaları halletmektir. Verilen hüküm görünüşte doğru olsa da meselenin bâtinî yönüne aykırı olması muhtemeldir.

Onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:

“Muhakkak siz, davalarınızı bana murafaada bulunursunuz. Sizden biriniz delil getirme hususunda diğerinizden daha kabiliyetli olabilir. Ben de işittiğim delillere göre hakkı ona veririm. Kime kardeşinin hakkından (hakkı olmadığı halde, ancak getirdiği zahiri delillere göre) bir şey verirsem, onu almasın. Çünkü Ona cehennemden bir parça vermişimdir.” (Buhari Şehadet: 27, Ahkam: 30, Hilye: 10, Müslim Akdiyye: 4, Ebu Davud Akdiyye: 7, Tirmizi, Ahkam:11, Nesai, Kudat:13, 33, İbn Mace Ahkam: 5)

İşte hâkimlerin efendisi dahi, verdiği hükmün haramı helâl, helâli haram kılamayacağını açıkça beyan etmektedir.

“Ben ilim şehriyim, Ali ise O şehrin kapısıdır” hadisi ise yukardaki naklettiğim hadisten daha zaittir. Tirmizi rivayet etmiş olsa da mevzu hadislerden addedilir.

İbnü'l Cevzî, bu hadisi zikrederek onun bütün rivayetlerinin mevzu olduğunu söylemiştir. Lafzından bile yalan olduğu açıkca anlaşılmaktadır.

Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ilmin şehri olup ve o şehrin birden fazla kapısı olmadığı kabul edilirse, birden fazlasının Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den İslâmı alıp tebliğ etmesi mümkün olamayacaktır.

Buna göre; İslâm'ı tebliğ işi tamamen sakatlanmış olması gerekir.

Bunun içindir ki; bütün müslümanlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den alarak İslâm esaslarını tebliğ edenin yalnız bir kişi olmasının caiz olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir.

Müslümanlar, İslamî esasları tebliğ edenlerin tevatür ehlinden olmalarını vacip kılmaları, onların rivayet edecekleri haberlerin hazır olmayanlara ilmi gerçeği ifade edebilecek derecede katî olmalarını gerekli kılmalarındandır.

Haber-i vâhid hiç bir zaman Kur'anın ve mütevatir sünnetin rivayeti için kâfi değildir.

Ama Şiîler, Ali (r.a.) ma'sum olduğu için onun başlı başına rivayet ettiği haber mütevatir haber gibi ilmi hakikat ifade eder, diyecek olurlarsa, Onlara şöyle deriz:

Önce onun ma'sum olup olmadığını bilmek şarttır. Râfizî, Ali'nin (r.a.) kendisinin ma'sum olduğunu söylediğini iddia etmesi, hiç bir zaman ma'sumiyetini ispat edemez. Kaldı ki, Ali (r.a.) böyle bir şey söylemez. Çünkü böyle bir iddia felakettir. Ma'sumiyeti icma ile sabittir, iddiası da doğru değildir. Çünkü böyle bir icmâ söz konusu değildir.

Sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kitap ve sünnetten meydana gelen ilmi yeryüzünü doldurmuştur. Ali'nin (r.a.) bu ilimden yalnız tek başına rivayet ettiği payın o ilme nisbeten az olduğu bir gerçektir.

Medine'de bulunan tabiînin ileri gelenleri Ömer (r.a.) ve Osman (r.a.) devrinde ilim tahsil etmişlerdir.

Muâz b. Cebel'in, tabiîn ve Yemen ehline olan talimi Ali'nin (r.a.) ta'liminden fazladır.

Ali (r.a.), Kûfe'ye gittiğinde orada Şüreyh, Ubeyde, Alkame, Mesrûk ve emsali tabiîn âlimleri bulunuyordu.

 

Ebu Muhammed b. Hazm şöyle diyor:

Râfizîler, Ali'nin (r.a.) diğer halifelerden daha âlim olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddia yalandır.

Çünkü bir sahabenin çok âlim olması, ondan alınan rivayetlerin, verdiği fetvaların çokluğuna ve Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Onu yerine defalarca tevkil etmesine bağlıdır.

Bu durumu araştırdığımızda; Rasulullah'ın hastalığı esnasında ve Ömer, Ali, İbn-i Mes'ud, Übeyy (r.a.) ve sahabilerin ileri gelenleri huzurunda Ebubekir'i (r.a.) namaz için yerine vekil olarak tayin ettiğini görüyoruz.

Bu istihlâf Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) gazaya giderken Ali'yi (r.a.) istihlâf etmesine benzemez. Çünkü Rasulullah gazaya giderken Ali'yi (r.a.) istihlâf ettiğinde, Onu kadın, çocuk ve özür sahipleri üzerine istihlâf etmişti.

Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebubekir'i (r.a.) namaz için istihlâf etmesi de, Onun dînin direği olan namazı daha iyi kıldığına işarettir.

Bundan başka Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'i (r.a.) zekat ve hac işlerine de Emîr olarak tayin etmiştir.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Ebubekir (r.a.), bu işleri diğer ashabtan daha iyi biliyordu ki bu işler de dinin esaslarındandır.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebubekir'i (r.a.) cihada giden seriyyelere Emîr olarak tayin ettiğini de biliyoruz. Bu da Onun cihad'la ilgili hükümleri iyi bildiğine delâlet eder. Ancak başkalarını da çeşitli seriyyelere tayin ettiği bir hakikattir. Fakat bu durum hiçbir zaman Ebubekir'in cihad ahkâmıyla ilgili olan ilminim diğerlerinin ilmimden az olduğuna delalet etmez. Ebubekir'in, ilim, namaz, zekat ve hacc hususunda Ali (r.a.). ve başkalarına tercih edilmesi, cihadda da onlarla eşit tutulması doğru olduğuna göre bu da Onun ilimde güvenilir olduğuna delâlet eder. (Hafız ez-Zehebî, İbn-i Hazm'ın sözlerini kısaltarak burada sona erdirmiştir. )

 

Ebubekir'den (r.a.) gelen rivayet ve fetvaların az olması, Onun Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'dan ikibuçuk sene sonra vefat etmesinden ve o zaman berhayat olan ashabın Onun gibi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in meclisine müdavim oldukları için Ebubekir'in kendi fetvalarını hüccet olarak ileri sürmemesinden kaynaklanıyor.

Binaenaleyh Ebubekir'den (r.a.) ancak yüzkırk hadis ve bir miktar fetva rivayet edilmiştir. Ali (r.a.)'den rivayet edilen hadisler ise beşyüzseksen altı hadis civarındadır. Çünkü O, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dan sonra otuz sene yaşamıştır. Ashabın cumhuru vefat ettikleri için müslümanlar onun fetvalarıyla amel etme ihtiyacını hissetmişlerdir. Bunun içindir ki diğer halifelere nazaran daha âlim olduğu ileri sürülmüş olabilir. Medine, Basra ve Sıffîn'de Ali'ye (r.a.) birçok soru sormaları da buradan kaynaklanıyor.

Ama biz, Ebubekir'in hayatını, Medine'den ayrılamayışını ve zamanında bir çok ashabın berhayat olup ondan rivayet etme ihtiyacında bulunmayışları ile Ali'nin (r.a.) belde belde gezip dolaşmasını, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra otuz sene yaşamış olmasını ve zamanında ashabın çoğunluğunun vefat etmiş olmalarını kıyas edecek olursak, Ebubekir'in ilimdeki otoritesinin önemini dana güzel anlamış oluruz. Bunun delili kısa ömürlü olan ashabtan yapılan rivayetlerin az, uzun ömürlü olan ashabtan yapılan rivayetlerin çok oluşudur.

Ömer (r.a.) Medine'de kalmayıp Şam'a geldiği için kendisinden beşyüzotuz yedi hadis rivayet edilmiştir. Bu sayı Ali (r.a.)'den rivayet edilen hadislerin sayısına yakındır. Fakat Ömer (r.a.), Ali (r.a.)'den onyedi sene önce vefat etmiş, vefatı sırasında da henüz hayatta olan bir çok âlim sahabi de vardı. Buna rağmen Ali (r.a.)'den rivayet edilen sahih hadisler Ömer'in (r.a.) hadislerinden birkaç tane fazladır. Fıkıh babında da Ömer'in (r.a.) fetvaları Ali'nin (r.a.) fetvaları kadardır.

Aişe'nin (r.a.) ilimdeki hizmetine bakacak olursak; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sonra uzun müddet yaşadığı için iki binden fazla hadis rivayet ettiğini göreceğiz.

İbn-i Ömer ve Enes (r.a.) için de aynı durum söz konusudur.

Ebu Hureyre (r.a.) sekizbin civarında,

İbn-i Mes'ud'da sekizyüz küsur hadis rivayet etmişlerdir.

İbn-i Mes'ud, Aişe ve İbn-i Ömer (Allah cümlesinden razı olsun Ali (r.a.)'den daha fazla yaşadıkları için fetvaları da onunkinden daha çoktur.

İbn-i Abbas (r.a.) da binbeşyüzden fazla hadis rivayet etmiştir. Fetvaları ve tefsir ile ilgili görüşleri ise oldukça çoktur.

Bütün bu anlatılanlara göre râfizîlerin iddiaları hükümsüz kaldı.

 

Hülasa olarak deriz ki:

Evet Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali'yide Emir olarak tayin etmiştir. Âlim olanlardan başkasını da tayin etmemiştir. Muâz ve Ebu Musa'yı ayrı ayrı Yemen'e vali olarak tayin etmesi gibi.


بســـم الله الرحمن الرحيم

 

3.10.5

 

Râfizî şöyle diyor:

“Ali'nin, Ebubekir ve Ömer'den daha zeki ve ilim tahsili için gayet hırslı idi. Küçüklüğünde ve olgunluğunda da Rasulullah'tan ayrılmamıştır.”

 

Ey Râfizî!

Ali'nin (r.a.), Ebubekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)'den daha zeki ve ilim tahsili için Onlardan daha hırslı olduğunu nereden biliyorsun?

Rasulullah'tan (sallallahu aleyhi ve sellem) olan istifadesi her ikisinden daha çok olduğunu nereden çıkarıyorsun?

Daha önce Sahihaynden her ikisinin ilmiyle ilgili olarak hadis rivayet etmiştik. Aynı konu le ilgil olarak Ebu Saîd el-Hudrî'nin rivayet ettiği bir başka hadis vardır. Bu hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), şöyle buyururlar:

“İnsanlar, iç gömleklerini giyinmiş bir halde bana rüyada gösterildi. Kiminin gömleği göğüslerine yetişiyor, kimininki de aşağıya doğru uzanıyordu. Ömer de üstünde uzunca bir gömlek olup onu yukarıya doğru çekerken bana gösterildi.”

Ashâb: Yâ Rasulallah! Bu rüyayı ne ile te'vil ettiniz? diye sormaları üzerine, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Din ile” buyurdular. Ömer (r.a.) vefat edince İbn-i Mesud:

“Bana göre Ömer ilmin onda dokuzunu beraberinde götürdü. Geri kalanlar da ilmin onda birinde ortak oldular,” buyurdular.



Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol