Kur'an ve Sünnet
   
 
  2.1.10

بســـم الله الرحمن الرحيم

 

2.1.10

 

Râfizî'nin

“Muhakkak Peygamberler ömürlerinin evvelinden sonuna kadar hatadan, unutkanlıktan, küçük günâhlardan ma'sumdurlar.” sözüne gelince:

İmamiyye bu konuda ihtilaf etmişlerdir. İmam El-Eş'ari “El-Makâlât” adlı eserinde:

“Peygamberin günah işlemesi caiz olup olmadığı hususunda Râfizîler ihtilafa düştüler. Bir kısmı bu caizdir diyerek Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın Bedir muharebesinde esirlerden kurtuluş akçesini aldığını misal gösterdiler.” der.

“Peygamberlerin Allah (c.c.)'a isyan etmeleri caizdir.” diyen Râfizîler, bağlı bulundukları imamların günah işlemeleri caiz olmadığım iddia ederler.

(Râfızîlere göre, imamlarının masumiyeti, peygamberlerin masumiyetinden üstündür. Onlara göre peygamber hata işler de vahiy ile o hatası düzeltilir. Aslında bu beyanları işi bulandırmak içindir. Çünkü râfizîlerin ileri gelenlerinden imamlarına vahiy geldiği çokça iddia edilmiştir. Onlara göre “Buharî” hükmünde olan “El-Kâfî” adlı eserinde El-Küleyn; imamların gaybı bildiklerini iddia ediyor. Bugün bütün Şiîler imamlarının kabirlerini vahiy merkezi olarak kabul ederler. Oysa toprak olmuş bu zâtların iddia edildiği gibi kabirleri de doğru tesbit edilmemiştir. Çünkü (r.a.) Ali'nin kabri iddia edildiğine göre Muğîre b. Şube'ye aiddir. Durumları böyle vahim olan Şiilerin peygamberlerle imamlar arasında vahiy konusunda bir farklılık tesbit etmeleri mümkün müdür? Sonra başka bir iddialarına göre peygamberler bi'setten sonra değil ömürlerinin başlangıcından sonuna kadar ma'sumdurlar. Şu halde vahyin rolü nedir?)

Onlara göre peygamber günah işlediğinde kendisine vahiy gelir gelmez pişmanlık duyar. Ama imamlara vahiy gelmediğine göre onlardan kötülük veya yanlışlık meydana gelmesi caiz değildir. Bu saçmalıkları Hişam bin el-Hakem söylemektedir. Bu durum karşısında bizim söyleyeceğimiz şudur:

Bütün müslümanlar peygamberlerin tebliğde kusur etmedikleri hususunda ittifak halindedirler. Vahiy hususunda onlardan bir unutkanlık meydana gelmesi söz konusu değildir. Peygamberliğin gayesi ancak bu şekilde tahakkuk eder. “Bir peygamberin peygamberlikten önce günah veya hata işlemesi caiz değildir.” Hükmü ise, peygamberlikte bunun böyle olmasını gerektiren bir şey yoktur.

Bir insan; hiçbir zaman kâfir olmamış, adam öldürmemiş bir kimsenin, küfründen sonra îman ederek hidâyete nail olan ve günâhlarından tevbe eden bir başkasından mutlaka daha üstündür, diye inanırsa bu inanış zaruri olarak bilinen dinî esaslara aykırıdır.

Şu bilinen bir gerçektir ki, sonradan iman etmiş sahabe-i Kiram İslâm döneminde doğmuş çocuklarından üstündürler. Hiçbir akıllı, Muhacir ve Ensarı çocuklarına benzetir mi?!

Küfürden sonra îmana, kötülükten sonra iyiliğe, aklıyla, düşüncesiyle, sabır ve tevbesiyle İslâmdan önceki âdet ve arkadaşlarını terkederek İslama girmiş olan bir kimsenin durumu nerede?

Ebeveynini, akrabalarını, şehir halkını müslüman olarak görmüş ve İslâm terbiyesiyle güzelce büyümüş bir başkasının durumu nerede?

Ömer (r.a.) şöyle der:

“Câhiliyye devrini bilmeyen İslâm zincirinin halkalarını koparmıştır.”

Kaldı ki Cenab-ı Allah, insanı helak eden şeylerden vazgeçerek, iman edip sâlih amel işleyenlere günahlarını sevaba tebdil edeceğini va'detmiştir.

Cumhur-u Ulemâ peygamberlerin -zelle dediğimiz- küçük günah işleyebileceklerini fakat onda ısrar etmediklerini söylemektedirler. Böyle günahlardan tevbe etmeleri, derecelerinin yükselmesine vesile olur. Âyetler, hadisler ve Selefin çoğu, Cumhurun görüşünü te'yid eder. Bunu inkâr edenler Kur'an'ı da tahrif ediyorlar; Allah (c.c.)'ın:

“Öyle ki (bu yüzden) Allah, senin geçmiş ve gelecek günâhını bağışlayacaktır...” (Fetih: 48/2) buyurduğu âyetteki (Senin geçmiş günâhın) dan murat  Adem'in (a.s.), (gelecek günahın) dan da murad ümmetinin günahı olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki Adem (a.s.) yüce bir peygamberdir. Böylece kabul etmediklerini yine kendileri iddia ediyorlar. Peygamberimizden günâhı kaldırıp Adem'e yapıştırıyorlar. Kaldı ki Allah (c.c), Adem'i (a.s.) yere inmeden atfetmiştir. Hem de Nuh (a.s.) ve İbrahim (a.s.) doğmadan önce.

Allah (c.c), En'âm: 164, İsrâ: 15, Fâtır 18, Zümer: 7, Necm: 38 de şöyle buyuruyor:

“Hiçbir günahkâr başkasının günahını çekmez.” Şu halde bunun günahı nasıl şuna yüklenir? Sonra,

“Öyle ki, (bu yüzden) Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlayacaktır.” (Fetih: 48/2) âyet-i kerimesi inince, Ashab-ı Kiram:

Yâ Rasûlallah bu senin içindir. Acaba bize ne olacak? dediler. Bunun üzerine Allah (c.c.) şu ayet-i kerimeyi indirdi:

“Allah O'dur ki, îmanları üstüne iman artırsınlar diye, mü'minlerin kalbine manevî huzuru indirdi.” (Feth: 48/4)

Böyle olunca aklı kâmil olan:

“Allah (c.c.) Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bütün ümmetini atfetmiştir.” diyebilir mi? Halbuki o biliyor ki, ümmetten bazısı günahları sebebiyle cehenneme gireceklerdir. Affetme nerede kaldı?

Ey Râfizî!

“Bu durum -peygamberlerin küçük günâh işlemeleri ve ondan tevbe etmeleri - peygamberlere güveni sarstığı gibi onlardan nefret etmeyi gerektiriyor.” sözün ise doğru değildir.

Aksine büyük bir zâtın yaptığı bir kusuru itiraf ederek tevbe etmesi ve Allah (c.c.)'ın affına muhtaç olduğunu itiraf etmesi, o zâtın alçak gönüllülüğüne, kibir ve yalandan uzak olduğuna delâlet eder.

“Benden sudur eden hiçbir şey beni tevbe ve affa muhtaç kılmaz.” diyen bir kişinin tam aksine. Böyle sözleri söyleyen kimseyi insanlar kibirli, cahil ve yalancı olarak addederler.

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

“Sizden hiçbiriniz ameliyle cennete giremiyecektir.”

Ashab: Sen de mi giremiyeceksin ya Rasûlallah? dediler.

“Ben de. Ancak Allah fazlından beni rahmetiyle kuşatsa.” (Buhari Rikak:18,Müslim Kıyame:17,İbn Mace Zühd:20)

Başka bir hadiste:

“Allahım! Hatamdan, bilmemezlikten, işlerimde düştüğüm gafletten, senin benden daha iyi bildiğin işlerde yaptığım kusurdan dolayı beni bağışla. Allahım! Şaka ve ciddiyetimden, bilerek veya bilmiyerek işlediğim şeylerden ve benden südûr eden her hatalı şeyden dolayı beni affet.” (Müslim Zikr:70) buyuruyor. (Müttefekun Aleyh)

Diğer bir başka Hadis-i Şerifte şöyle buyururlar:

“Bütün Ademoğulları hata işlerler. Hatâ işleyenlerin en hayırlısı, -işledikleri hatadan dolayı - tevbe edenlerdir.”

Ey Râfizî!

Senin bahsettiğin güvensizlik ve nefret etme, ancak hatada ısrar etmek ve onu çoğaltmaktan dolayı olabilir. Çok nadir hata eden ve çokça tevbe eden için bu söylediklerin söz konusu değildir. Peki hiç hata etmiyen kimseyi Allah (c.c.)'a ve O'na tevbe ve istiğfar etmeye muhtaç kılan sebep nedir?

Aslında biz, İsrailoğulları dahi herhangi bir hatadan dolayı tevbe eden peygamberlerden birini zemmeden bir kavim bilmiyoruz. (Siz ise onları bile geçmişsiniz.)

Râfizîler ve bütün Şiîler

“Nübüvvet öncesi ve sonrası peygamberlerden hata ve küçük günah meydana gelmez.” Şeklindeki fikirleriyle bütün ümmetten ayrı kalmışlardır.

Davud (a.s.)'un tevbe ettikten sonraki hali tevbe etmeden önceki halinden daha hayırlı idi. Bazı zâtlar şöyle demişler:

Eğer tevbe en sevimli şey olmasaydı, Allah (c.c.) Rasûlünü küçük günahlarla imtihan etmezdi.

Bundan dolayıdır ki, gerçekten tevbe eden, itaâta bağlılık ve günahlardan sakınma hususunda günahlara mübtela olmamış kişilerden daha dikkatli olduğunu görürsün.

Binaenaleyh kim, Allah (c.c.)'ın seçtiği ve hidayete erdirdiği tevbekarı eksik bir kişi kabul ederse o mutlaka câhildir.

Ey Râfizî!

“İmamlar peygamberler gibi günahsızdırlar” şeklindeki sözün yalnız râfizîlere ve imamiyyeye has bir özelliktir.

Bu sözlerine ancak onlardan daha kötü olanlar katılmışlardır. İsmailîler gibi. İsmailîler Muhammed b. İsmail'in Cafere mensup olan Beni Ubeydleri masum kabul ederler. Onlara göre Cafer'den sonra imamet Musa b. Ca'fer'in değil, Muhammed b. İsmail'indir. Onlar mülhid ve zındıktırlar.


Facebook beğen
 
Kur.an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
 
Kur'an ve Sünnet
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol